11/21/2009

masal şehri

*toffee nut latte ve empresyonizmin doruklarında bir istanbul: harikulade ikili, sessiz eşlikçileri boris vian ve paul lafarge,c.mcrae koyulugunda. ardında kırmızı stop lambaları görüş mesafesine dur emri, asmalının geceye inat berrak rengi öncesi tünelin iç üşüten kapı önü sesteşi...ve martılara bugün renginde yer açan bir masal şehri

11/08/2009

ezber


ay ışığı serilmiş gibiydi -sanırım-gecenin ardına, ılık ve davetkar bir mevsim güncesi sunuyordu sonbahar ardında. kalabalık, isli geçitlerin gece aralıklarında ayakları aydınlanıyordu sanki koca gövdeli taş duvarların ve oradan şehrin gökyüzü pencerelerinin…genzi yakan tanımadık bir koku vardı ve siyah beyaz bir film gibiydi oysa gecenin kaçkın rengi…

o,
uçağın inmesine daha birkaç saat vardı ama şimdiden sabırsızlığı sırtlamıştı adımlarında, yerdeki karoları teker teker saymayı bitirmiş tavan armatürlerini 2 li 3 er li gruplara dahi ayırmıştı. ara, ara da parmaklarını yakalıyordu ağzının içinde, -ne ayıptı oysa! ki kızardı ona şimdi burada olsa-, kocaman 45 yaşında bir de sosyal statü sahibi bir adam olarak hala tırnaklarını yiyordu dimi, ya birde gören olsaydı tanıdık…
yeterince başkalarının düşüncelerine teslim olmanın ezikliğini yıllarca içinde taşımıştı, kim ne der kim nasıl karşılarla dolu hayatı,annesini,dostlarını,karısını üzmemek için sürekli ertelediği kendinde ki uyanışa artık daha fazla karşı koyamamış ve ona göre hayatın son düzlüğünde özgürlüğünü ilan etmişti işte bir sabahta beklenmedik,
evet şimdi yeni başlıyordu her şey ,yeniden!

diğeri,
solgundu yüzünün sol köşesi, her kelimede daha soluyor daha kuruyordu kirpiklerin yaşı, titrek gölgelerin koşuşmalarında ürküyor kenara çekiliyordu sanki repliklerin sessiz ağzı…bir söz bir kelime yoktu ki onca seneyi açıklayacak dahası açıklaması olacak, her şey hep bir kandırmaydı bu hayatta ,inandıklarına biçtiğin değerin yansımasıydı o tüm yanılsamalar zamanda ,oysa şimdi her bir klişeyi bertaraf edecek ruh dirilişindeydi kendi içi ve donuk bakışların ardından görebiliyordu o buz gibi dağı istemese de…
suretler ve yanılsamalar ne kadar da çoktu hayatımda diye düşündü, komodinin üzerine bırakırken parmağındaki yüzüğü,
dönüşünü ,onu sevme gücü bulduğu bir anda haber vermişti ama uçak indiğinde ne o güçte ne de o istekte değildi artık adımlarında ve kalabalık bir turist kafilesinin içine karışarak çıkış kapısına gelmişti ani bir hamleyle…ki ne tuhaftı onu, yine onun için, sevmek adına kendine bahaneler yaratıyordu artık, sebepler, ne yorucu ne zorlayıcı ve ne kadar kendini yok edici bir seçimdi böylesi…
o böyle bir şey yapmazdı oysa biliyordu, ki içinde büyük bir yorgunluk bunu da hissedebiliyordu ama sevginin erekleri bir kere içinde ,o nun için, diye yer etmişti insafsızca kendine ve şimdi kendine vuran dalgalarında bu duygunun boğuluyordu artık.

kent ışıkları vardı gecenin üzerinde ve camdaki yansımalara bakarak odanın gerçekliğine daldı sarı lambaların buğulu gözlerinde…onu habersizce bıraktığı havaalanından sığındığı bu otel odasında, bir anda koca bir yabancı gibi hissetti kendini doğduğu bu şehirde, ait değil gibiydi bu odaya, bu eşyalara, bu müziğe vs. bir türlü tanımlandıramadığı içindeki bu boşluk duygusunun rahatsızlığında oysa diye mırıldandı içinden, ait olduğunu sandığı bu topraklarda huzur bulacaktı dönüşüyle…

peki o,
onunla karşılaştığında nasıl bir kelimesizlik gelip onu bulacaktı, takıldı kaldı bir anda aklı aklının gün görmemiş karanlık gecesine…
balkona çıktı, kafasını gökyüzü kaldırarak uzakta çok uzakta parıldayan birkaç yıldızın izini sürmeye başladı gözlerinde, çokça düşüncelere dalmadan…tam son noktalarını birleştiriyorken yıldızların, çalan bir telefon sesiyle irkildi sessizlik, isteksiz adımlarında açtığı telefonun ucundaki ses onu giriş lobisinde bekliyordu artık.
sanki bekliyormuşçasına bir hazırlıkta saçlarına hafif bir şekil verip usulca, yüzüğünü de parmağına geçirip, asansörde karşılaştığı gözlerine anlamsız ve boş boş baktı 8 kat boyunca…

biraz kilo almış, bir parça yılların rengi saçlarına karışmıştı ve hala kahverengi süet ceketlerden vazgeçmemişti o,
korktuğu, hiçbir şey değişmemişti, hala bıraktığı yerde olduğu gözlerinde ki çaresizlikten akıyordu, yorgunluğu bir kat daha arttı ve şimdinin içinde canlamaya başladı zaman kendini,diğeri için…lobide ödünç gibiydi bu anlarda yaşamın izleri ve sessizliğin tedirginliğini bozmaktan korkan bir hali vardı sanki gecenin, oysa bir fransız şarkısı teğet geçiyordu sadece lobinin sarı ışıkları altındaki geceyi ve
ikisi de biliyordu bilmedikleri bu dilin ezbere şarkı sözlerini…

.] © 2008. Template by Dicas Blogger.

TOPO