12/30/2008

düş seyrelmesi



dalgalı bir deniz şimdi
karanlığa çalan bu mevsim güncesi
buharına karışan akşamlarda
sokak satıcısının buğulu keskin nefesi

kendine hoyrat olduğun anlarda
zaman arşınlıyor masanın keşliğini
koyu masif sağlamlığında
çürük dişlerin pırıltılı gülümseyişi

sarı ellerin ardında hep gün,
yakamozlarda açan pembe çiçekler
ve
dalıp çıkan önsözlerin hikayeleri,
kurutuluyor kış mevsimlerinde
gelecek zamanlı mevsim albümlerinde

puslu batımların dirseklerinde
kendine tamam son dördünde,
aralıkta aralık son aralıklarda
yolun karşısı şimdi
göndere çekilmiş rüzgar gibi

tanelere uzansa parmak uçların
sihirbazın uçuşan sanrılarında
siyah beyaza dolalı hayranlığın
oysa!şapkadaki beyaz siyahta

sıkılgan yağmurların sokaklarında
temiz olmayan köşelerinde saçakların
akıyor şehrin rutubeti,
mazgallardan, geçitler arası boşluklara

ellerin çelenk diziminde
caz bulanıyor kendinden içeri notalarda,
konuşuyor çoğul heceler –kere-li
sanmalı konuşmalar gibi,
yaşanmış an/ların kısa bir özeti
iki ters bir düz cümleler silsilesi,

yürüyüşler var sokaklarda
şehrin görünmeyen yaprak savuruşlarında,
soğuğu teğet geçen baca dumanlarının
kırmızılı ıslak adımlarında,
saçları denizin yelesi
martıların çatı üstü kanatlarında,

yansımaların izdüşümsüz geleceği
masallar gölgesi ve hayaller şehri
bir çeşit düş seyrelmesi…




mutlu yıllar


12/21/2008

100 keman için

nerde kalmıştık
yağmurların kol gezdiği akşamlarda
yalınayak çıplak iki damlada,
duvarlara tırmanan sarmaşığın
kırmızılığını örttüğü kiremit çatıda,

nerde kalmıştık
kaf dağına çıktığımız yolculukta
padişahın yere düşmeden kaçan gölgesinde
arnavut kaldırımlarda açan
unutulmuş o tek renkte

nerde kalmıştık
bir balkan kemanının acımı tatlı mı nağmesinde
uzun yolculuklar ardı yorgunluğun son kalesinde
konuşurken gözlerine bakamadığın kelimelerde
ve içini burkan karanlıkların ilk saatlerinde

nerde kalmıştık
titrek bir mum alevinin eli yakmayan ateşinde
öfkeye karışan buharın son nefesinde
hızlı adımların dinmeyen penceresinde
dalgaların aşındırdığı kayalıkların son direnişinde

nerde kalmıştık
içini kaplayan üşümenin terk edilişinde
dökülen göz yaşların sevinçlerinde
izlenmedik filmlerin müziklerinde
hissedilen her anın sonsuz renginde

nerde kalmıştık
tanıdık bir titreyişte
bilmedik bir nağmenin içi burkan yamacında
bale pabuçları kaplı bir masada
bir çift kanat yankısında

nerde kalmıştık
mavi pencerelerde
açan begonvil güneşlerinde
özgürlük dolu rüzgarların
akdeniz dolu neşesinde

nerde kalmıştık
mevsimlerle dolu gökyüzünde
açan bulut tarlalarında
dinmeyen aklın tomurcuklarında
coşku dolu nağmelerden bir çelenkte

nerde kalmıştık
sol yamaçlarımızda ki
içi dolu tek hecede
gündüz düşlerinin sürgününde
ve ellerin en güzel sesinde

nerede kalmıştık
güzün salkımlarından kaçan
dağların eteklerinde
kıyısı kendine çekilmiş çukurların
göz çeperlerinde

nerde kalmıştık
unutulan kitap sayfalarının
solgun mürekkep ışığında
titrek bakışların
doğrulan satır aralarında

nerde kalmıştık
anlamadığımız dillerin
açan tomurcuklarında
bir çift samimi bakış
solo rüzgarlarında

nerde kalmıştık
kenara çekildiğin sessiz gözlerinde
ardına dökülen şiirlerde
çigan neşesine bulalı
samimi bir gülümseyişte

sahi nerde kalmıştık insan!
kendimizi hatırladığımız aynaların
çoktan unuttuğumuz yansımalarında
ve parlayan gözlerimizin gölgesinde

,
muazzam 100 keman için...

11/27/2008






siyah-beyaz tütüyordu
flu bir ateş üstünde kirpiklerin
kadife kokulu günlerin şehri
dallarına yuvalanmış, gövdelerin
.
kıyıları yakın sabahlara
kürek çeken çocuk ellerin
düş salıncağında sallanıyor
ıslak sokak nefeslerinde şimdi
.
bossa-nova yankısında
akdenizin latin keskisi
şarabın en güzel rengi
günbatımının özlediğim
o kavruk demi


11/25/2008

mavi/ye

iki parçalı yelken beyazından
özgürlük saçmak var ellerin ufkuna
yanık tenin öğle güneşinde
merdivenler dolar sokak başlarına

elleri cebinde sarının
gözleri var mavi mor tümsekler
mavi adam için

merak edilesi kipat



libeskind ne dedi acaba, tümertekin de var mı acaba
merak edilesi kitap

not



tarihler 25 kasımı gösteriyor ama bu hava başka tarihleri...
erşahin ve coconut bilsede bilmesede birbirine rakip mi şu durumda rakip...
g... ilk harfindeyim geriye kaldı r,i ve p...
teşvikiye house menüsündeki güzel makarna ne güzel şeysin şeysin ve de şeysin...
geçenlerde çok komik insanlar gördüm ,bilmedikleri bir diyara düşmenin şaşkınlığında asmalıyı tavaf eden aziz halkım e ne diyeyim,sustum...
helvaticanın yemekleri güzeldir otursaydınız...
anılarım ve anlar artık sular altında,ah kadersiz ve de kedersiz iskele...
z.hadid ,zaman zaman seviliyorsun zaman zaman da işte ama yinede bu şahane,eline sağlık...
b.mehldau iyi çok iyi...
hapşu,çok yaşa...
abracadabra açık ve net ,servisin muhteşem kötü...
konuşmak istiyorum,sakallarınızı kesmişsiniz dediğimde eyvallah diyip gülümseyerek yarı sevinçle uzaklaşan, asmalının o kadim müdavimiyle...
şahane bir kitap,istanbul sokakları 101 yazardan 100 sokak, pazar'ın en güzel ganimeti...
ve tesadüfler kesinlikle bu hayatı güzelleştiren şeyler





11/21/2008

kağıt kule



elleri iplik iplik martı kolları
uzanıyor bulutların beyazından
rüzgarın sesine,
ay doğruluyor diz çökmüş karanlıkta
kendine saklı güneşin renginde,

dilinde lodos, dalların
sürüklüyor kökün topraklarını
satılık hayatların kesekağıdından
aldanış dolu hecelere

bazı ‘an’lar var hayatta
bazı heceler tek sesli
beyazın beyaz
siyahın siyah olmadığı ülkelerinde insanın
bazen hakikatle gülümser bir bekçi
bazı içi boş an’lara, dolu küfe gibi

hayatın surlarında dolaşırken
bir başına özgür mü özgür,
ısrarla dolanıyor renkli sayfaları
anlamlara buladığın
merdivenlerin eyvanlı geçmişi gibi,
kırık adımların gölgesinde
arnavut kaldırım tümseklerinde
nefes alıyorken dirseğin rengi
dişlerin yamacından atlıyor
rüzgara gem vuramayan yapraklar
aynı şarkının
aynı nakaratında

yıkıldı kuleler asma gölgesinde
akdeniz kıyılarının son dörtlüğünde,
başınalık yazgısı sesliyor boşluk yankısını,
göndere çekilmiş kirpikler gibi
yılları teğet geçen ‘an’ların yüzünde
dalgalar var şimdi yüksek ökçeli

uğulduyor beyaz kollu güvercin adımları,
kanatları kesik yağmurlarda
avlulara boyalı almaşık duvarlar var,
nemrutun gövdesizliğinde…

ikili merdiven rıhtlarını
tırmanıyorken yaşlı kadın saçları,
kadehler dolusu olsa gökyüzü
boşansa avuçlardan
kir,riya, kendini bilmezlik dolu
sözde insan rıhtımlarına

kendini kandırdığı yerde dolaşıyor uzaklıklar
netliği bulanık karelerde
elleri bağlı duruşlar var
dönüyor ardında çok bilmiş mevsimlerin
serpintili çok sesli heceleri.

dile gelse gündüzün kanat yankısı
çırpsa tek hecede kollarını
uçsa tek defada
sığ çalıların yüzünden
köklerin en derinine

neyse ki,
lodos var kolaçan adımlarında,
boydan boya uzanmış kağıt kuleler ülkesinde

11/19/2008

biliyor musun



biliyor musun

üşüyor akşamları dolaştırdığım yakamozlar
tek kuruşa metelik atılan dizelerde
paslı teneke kutuları birikiyor
birer ikişer,
mazgalların ardına akıyor
adımların çamurlu paçaları
iki renk yeşil doluyor
kül renkli avize ışığına
buğulu çeperlerde,

biliyor musun i,

iplere asılı gecenin önsözünde
sahnelenen o en güzel ritimde
eller olsa vazolar dolusu nefes,
mor perdelerin ışığına
serili gökyüzü pencerelerinden
peygamber böceği esişinde
şiirler var tül gibi yaprak yaprak

biliyor musun in,

daha sıkı sarılıyor akşamlar
dünden önce yarınlara
olmadığı bu toprakların
yeşertemediği kaldırımlarında,
zaman geçiyor şimdi ikili taraçalarda
kapılar açılıyor köprü altlarında
kıvrım kıvrım saçak uçlarından
ikili düşler divanına

biliyor musun ins,

kışa yakın mevsimlerde
uzun geçiyor akşamlar taş geçitlerde
karanlığa karışan ışıklarda
dört yol kavşakları var aldatıcı,
sıcak şarap kokusuna dizili
uzun kıyıların kayalıklarında
serili omuzların, sırtından yükseliyor kent
bildik fransız şarkıları gibi,

biliyor musun insa,

her sancılandığında yaşam
doğuyor hayat karelerde :
birer ikişer dalga boyu tepeleri
çoklu adımların kalabalık şarkıları
dalları yeşil çınar yürüyüşüne
sarılı kent sokakları
ateş dolusu varil soğuğunda
kesik eldiven uçları,
düş nezaretinde
tuvalin karakaleme sitemi
ve
bir buket
saçların rüzgar hali

biliyor musun insan

doğuyor hayat
her defasında
yaşamın dinmeyen penceresinde,
aklın bilinmedik kıyılarında,
hep en erken
ve
gündüze...

11/09/2008

işte böyle bir sabah

rüzgarın taneleri bu vuran cama
ikindi güneşin kızıllığında
ekili tarlaların
sarı göz çapakları
ve
buğdayların katalan dansı

dört yol kavşaklarında
kavruk şarkıların dumanı tüten sözleri
bir elin esmer yankısında

uzakları gösteren uçak kalkışları
kolları iki yana savruk balık şimdi
yüzgeçlerini takmış çengele
can veriyor her nefesinde

iki yakalı bu şehir
birbirine selam duruyor tepelerinden
yeşilin uzandığı yerde
beyaz yalılar diz çökmüş mor bülbüllere

işte böyle bir sabahta çoğalmıştı gün
çeyrek kala baharın sonuna
tomurcukları açmıştı gülüşlerin
batının/doğunun taş sokaklarında

işte böyle bir gün yürümüştü
sonunu bilmeden akşamına
küfe dolusu kitap kapakları,
kıvrıldı uyku eşiklerinin
düş denizi kirpiklerine,


serpintilerin dalgaları
artalan zaman çanlarında
zerrelerin bakışımlı güllerini
çalıyor rast makamında

işte böyle bir renkte karşılaşmıştı
ağız dolusu gülüş yenisi
patiskalara dolalı çelenklerin
o tek bakışımlı ömürleri

bahçeler vardı içinde
erik ağaçlarında yosunlu salyangozlar
birde karıncalar
işte öyle bir dünde
günün içinde
rüzgargülü mevsiminde

rüzgarın taneleri bu vuran cama
ikindi güneşin kızıllığında
işte böyle bir şiir yarısında


.
.
.
çok çok çok çooook özel bir an'dı az önce tanrım,
'çok özel bir insan'la konuştum,
teşekkür ederim
.
.
.

11/06/2008

gece


uzak kıyılarda
geceye karışan mat sesler,
ve
bir tutam ormanın
mor kuşlu kanat çırpıntısı

bir boşunalık
belki bir boşluk yazgısı
dumanı tüten kelimelerin
bu son dördün neşesi

sokakların açılan yakalarını
tutuyor köstekli saatin zinciri,
bir elin avucunda
bozuk para içine serili düşleri

geceye sarılı ışıkların
aldanışı var kent gözlü
sol yanından uzanan mavilik
sağ yanındaki birkaç çakıl sesi

eriyor gölgeler
birer ikişer
suya yakın köşesinde,
duyuyor saati
duvardaki heceler

uzansa
ah bir uzansan
ellerin nar rengi,
karanlığın örtüsünden önce
ve
erken

bulanık aldanışların laciverti
sesi kızıla çalan adımların
kesilmiş saçları gibi,
kalabalıkları var birde
ismin en güzel halinde
güzün bu son çeyreğinde

uyansın kitap sayfalarının mürekkebi
kapansın geceye uyak resmin üstüne
.
.

  • bu müstesna caddede bir dört yol var her sabah aynı manzara,bir kerede gördüklerim şaşırtsa keşke
  • sofyalıda güvenlik müvenlik hak getire, kelepçeleniyor çantalarınız ve çantalarımız sandalyelere
  • yeni otto/yu auto... yapmıyormuş,ayaküstü konuştum s.f.. ile, buradaki the marm... cephesi ne olaki dedim peki, biz masumuz dedi
  • önce iş san., peşinden koşmaca babyl. biraz yorucu olacak ama değecek
  • boncuk kapsama alanını bayağı bir genişletmiş en son cih. caddesinde karşıma çıktı sevimli muhteşem şey
  • komşu f. tahıllı çekirdekli poğaçası süper
  • ve hala uykum var
  • ve iş çok yoğun

günaydın hayat...her ne kadar çok uykum olsada günaydın ey hayat...

11/05/2008

bazen düşler kıyısına yanaşan sandala sorgusuzca binmek ve yol almak gibi bir şey oluyor hayat ,

sandalcıyla göz göze gelmeden sonra açık denizlerde olta ucunda çocukluğuyla oynuyor oluyor ya insan sandalcının sırtında en çok bu anlarda samimiyetinden korkma,gülüşe yakın kayalıklarda sevinç doluyor büyük dalgaların koynuna, gözyaşlarında yıkanıyor hayatın anları temizleniyor ,aynalara yakalanan geçmişin izdüşümleri ansızın bir gülüşle yenileniyor çoğalıyor açıyor ya hani kalemin ucunda ve bazen bir gün çoğalıyor yaprak yaprak ömrün penceresinde ellerinin ardında, savruluyor geceden gündüze tüm izlerin,adımlarının püskülleri diz boyu şaşkınlıklardayken kent sokaklarına saklı konuşmaların yankılanıyor tek heceli…hani o gün yürümüştünüz ya, söyleyecek tonlarca şeyin suskunluğunda bilemezliklerinde, şimdi o coşkuya mavilikler sarıyorsun daha bir mavi daha bir özgür,korkmuyorsun hissetmekten işte yine, kasımın bu en güzel seçkisinde ....


:)

ve oxigen kimliği belli malum şahane parçayı çalar


dostluk böyle bir şey işte
.
.
paradoks dedi ki...

ellerimizdi günleri güzelleştiren..
ne güneşin suçu vardı,
ne de dünyanın..
ışığı getirmek için kıvranan geceye yükledik suçları..
ve tüm uğursuzlukları..
bizdik belki ömrü yokuşa süren..
ne günlerin suçu vardı, ne de zamanın..
zamandı zaten, dönüm dönüm sürülen
ve ışığın ellerini getiren bugüne..
bir damla ışık düş/müş yeryüzüne
tam da bugünde işte!
gören göz, hisseden yürek olsun diye..
hayat, kelimelerle doğsun diye..
hayat, anlamlara boğulsun diye..
ılık bir nefes gibi,tutmak için hayatı,
dokunuşlarında her dem..
kayalıklar arasında
yeşermiş bir çiğdem.

bugüne sunulmuş dilek haklarım var mı bilmiyorum ama sabah uyanır uyanmaz ilk dileğimdi bugünden ve gerçekleşti tanrım...teşekkür ederim hemde çok...

summer in the city


çok güzel bir gün,hemde çok

10/24/2008

bir an

sabaha uyanık kıyılarda,martı kanatları vardı serili gökyüzüne en erken, kelimelerin açtığı uçurumlara atlarken şiir kanatsız bir parçaydı kirpiklerin ardı, bakmaya an bulsa insan konuşmaya kelime olmazdı, adımların sokak başları hep insan dolusu kaldırım köşeleri, saklı uçurumların açıldığı anda atladı iki oyunbaz hece gözlerinde çocuk sevinciyle, bilinmedik odalarda bilinmedik hikayelerde yitikliğin bekçiliğindeyken kalpler bekliyor yüksek sesli...kırgınlıklarını taşımaktan yorulduğunda ağlıyor ya hani gökyüzü yağmur yağmur damla damla,ağlamaktan bu yüzden sende korkma...
bir an'da oluyor herşey ve hiçbirşey...
bir an'da kuruluyor ve o bir anda da yıkılıyor...
anlayamıyorsa/lar anlamadıklarını da hep sen anlayacaksın ya nasılsa,hisset-e-miyorlarsa da hissediyorsun nasılsa...
en kıymetsizleri senin en kıymetlin ya hani ,çoğaltan yada yok eden sadece -an'lar-herşeyin işte nedeni....taşıyarak,biriktirerek,sırtlanarak, hiç yorulmadan an'larla hep yürümeye devam

10/22/2008

gündüz düşleri















gündüz düşleri sürgün veriyor
turuncu ışık süzgecinde

akıyor sular, ardışık sayılar seçkisine
taş yolları adımlayan kadın
uzanıyor saçlı omurgaya

tırmanıyor zamanı kedi
patileri güvertede

aydınlanıyor gölge
bakmaların penceresinden

dalga savruluyor
ayın gölgesine

ve
zaman akıyor kendine.

10/16/2008

sonbahar yürüyüşleri



gökkuşağı ormanında
sarı yapraklar köprüsü
ellerini açmış iki kök
kahverengi çimenler
ve sonra
yıldızlı düşler
damlalarda yuvalanıyor yağmurlar
eğmeden önce başını mevsim güncesi,

kapasan gözlerini
dört yanı mamur tepeler bu şehir
birkaç erguvan rengi
mavi bir boğaz serinliği
minareler gölgesi doygun
avlular dolusu güvercin serpintileri
ve birde
beşi bir yerde çok sesler
yalnızlığın kalabalık sesleri

şimdi
palamut rüzgarlarında
saçları savruk sokaklar var
bırak ağlasın adımların
boğazın iskeleye vuran yamacından

mendireği dolduran dolunayın renginde
krallığın resmi geçit törenleri
korkma sarsılmaz
gökyüzünün bu
sonbahar yürüyüşleri

sessizliğe sarılı gündoğumları
aralıyor kolları kendine dönük yüzünü
yeter ki geç kalma
öncenden daha sonrana…

:)

''gotan project için bilahare teşekkürler efenim...ilaç gibi geldi :)''
( çok teşekkür özel insan ).

günün toptan fiyatına perakende özeti


günün hava durumu:hımmm pek bi very
günün şikayeti:bu topuk boyuyla 1/3 tamam da elde var daha 2/3 ve bi konser
günün kültür faliyeti:en direk yukarıdaki beyler,böyle durduklarına aldanma yada aldan
günün mide faliyetleri:h.cafe elmalı pay
günün piskuviti: çifte kavrulmuş eti potibör
günün sözü:nazar etme ne olur, çalış seninde olur
günü emiri:hazır ol sonra rahat
günün tasviyesi:tembelliği en direk artık bırak
günün sporu:herkes sussun,sonra konuşsun,sonra tekrar sussun
günün saçmalığı:bu yazı
günün çıkmazı:bu şehirde itina ile çöplük edilmiş güzelim tüm kent çıkmazları
günün adamı:metro alt geçitte saz çalan dertli amca
günün kadını:10 dk.içinde evden çıkmaya hazır olanlar
günün aykırısı:yarın açılışı olan tünel cuba
günün özleneni:erkenden kaş
günün siniri:yürünecek yerde duranlar
günün özü:velhasılı çalışmaya devam

10/14/2008

kimi der ki kadın ;uzun kış gecelerinde,serip bir döşek gibi yatmak içindir. kimi der ki kadın ;yeşil bir harman yerinde,dokuz zilli bir köçek gibi oynatmak içindir.kimi der ki, hamur yoğurur.kimi der ki, çocuk doğurur.her ağızdan bir söz:kimi der ki, ilk göz ağrım.kimi der ki, onunla dolu bağrım.kimi der ki, bunca yıldır yaşıyorum ayalimdir.kimi der ki, boynumda taşıyorum vebalimdir.ne bu,ne şu.ne öyle,ne böyle. ne döşek,ne köçek.ne ayal,ne vebal…o benim;kollarım, bacaklarım, dudaklarım,ve başımdır...yavrum, anam, öz kardeşim, karım, hayat arkadaşımdır.
nail çakırhan

10/13/2008

takdire şayan


kesinlikle günün adamı
16 kiloluk dev sazan balığını
haşlanmış yumurta, pilav, ciğer, mısır ile besliyor, havuzunda öperek büyütüyor/muş.

güzel bir ekim öğleni...

10/11/2008

iyi

iyi reklam : akbank jazz festivali
iyi afiş: filmekimi
iyi yağmur: istanbul
iyi kitap: 'de ki işte'
iyi renk: siyahtan beyaza=beyazdan siyaha
iyi mekan: ara c.
iyi çay: c.çınaraltı kahvesi
iyi bölge :asmalımescit
iyi bina: v.savoye
iyi yemek: makarna
iyi üzüm: cabarne s.
iyi yayınevi: norgunk
iyi yazar: proust
iyi mimar: zumthor
iyi yönetmen: uluçay
iyi müzik: e.s.t
iyi sergi: şair pala
iyi yokuş: galipdede
iyi meydan: tünel
iyi şey: iyilik güzellik:)

.

.

.



.

.

.






















































10/08/2008

sessizce

kıyılar var rengi gece ...

mendireğe sevdalı çakıltaşlarının
yakamoz pırıltısı,
iki yana uzanmış boylu boyunca
göz kırpar ketum
mavinin karşısındaki hece

oku bir şiir, can baba
sallansın yan masa
korkunun ecele faydası yoksa
yaşadıkları önünde
hayatı ardında
dönüyor ya hani dünya,
her nasılsa

neyseki kıyılar var rengi gece
birde yakamoza bulalı insan düşleri,
sessizce,

yeterki sen oku can baba!
kalbinin derinliklerinden yine...

10/07/2008

hikaye/üç parça


...bulutların ansızın kıyıya vurupta, şehri dalgalandırdığı o günlerde korkaktı adımlarım,anlayamıyordum daha bilmiyordum yeni yetme kelimeleri,konuşmaya kelime bulsam bakmaya zamanım kalmaz sanıyordum, yanılmışım... şimdi geçmişin karşısına oturdum korkusuzca seyrediyorum,en çok güldüğüm anlar yine en çok güldüğü anlar,hani ince bir çizgide yürüyorken elleri iki yana açık havadan kopup gelen rüzgar tanelerini yakalamamız...bir küfür kıyametti vapurun o en son kıyıdan çekilişi hep,birde dumanına karışmış istanbul akşamları,köprü altından geçişlerin nedensiz tedirginliğine dolanırdı aceleciliğimiz,ellerinde balonlarla havalanan bir sevinçti sanki eski şehrin keşfettiğimiz sokakları sonra... sonra hani tandık gibiydik ya seninle hiç konuşmadığımız anlarda dahi bunu bile anlayamıyordum daha,sanıyordum ki konuşmak gerekiyordu...doğru benimkide şimdi gizli pişmanlıklar bulvarı...küçüklüğün bilememezlikleri...geç kalışları,çok erken sarılmaları bir sürü şeyleri işte... gün hani aydınlanınca perdeleri çekip kenara en önce maviliği yakalama yarışı nerede kaldı,yada hani şu bildik avluların örtüsüne sarılışlarını izleme telaşımız,kaldı mı bir parça kızıllık gün bitiminde, bende yok, bilmiyorum ellerim hep cebimde...
en son okuduğum romanının son 50 sayfasına çeyrek kala durdurmayacağım beni bu defa,korkmuyorum ilk defa bir ustanın ellerinden ,yakalanmadım henüz ama yakaladım yine korkaklıkları ki nerede kaldı dr.nevzatın sözüm ona çıkmazları peki ya nermin! o masum mu hiç hemde,macide bir anda yokluğunu armağan etti ve hiç olmadığı kadar çok seviliyor şimdi kocası tarafından,biricik kocası şimdi o buğulu gözlerin ardında hiç olmadığı kadara,zavallılık kokuyor tek celsede korkaklık,sözüm ona kendinden kaçıyormuşlar ya aslında sadece kendilerini bırakamıyorlarmış,kendilerine aşıklar topluca, gerçekler karşısında,o yüceliği o erdemi gösteremiyorlamış ,yoksa bir yokluğun bu kıymeti ne ola ki ,hey gidi hey dr.nevzat... filhakika varmı böyle bir kelime yoksada boşver gül geç yine...şimdi günün bu
saatlerinde şakalaşıyor gibiydim tüm geçitlerde ,öncem beni kovalıyor sonramı kenara çekiyor hakırıyordu avaz avaz...susuyordum yitik günler gemisinde bilmediğim bir ıssızlıkta kaybolmuş kürek çeker olmuştum ellerimin kış ayazında...üşüyordum bilmediğim arka sokaklarda içtiğim sarhoşluklar şaraptan değildi,biliyordum artık...
büyümüştüm...
şaşırmamayı anladığım anda açılan uçurumlara atladı güvdemin bir parçası,donuk ketum gözler,bakışımsız adımlarda ayaklarım yalancı gülüşlerin yakasından atlıyordum sabahların sonsuzluğuna...
-yo yo hayır!sonsuzluk artık yok!sonsuz olan şey sonun kendisi.
şehrin ortasında akan bir su kanalı vardı, cılız ve korkak,kışın kar yükli dallarını bekliyor kestanecilerin dumanı tüten sıcaklığını özler gibi gülüyordu,kaç gün geçmişti ki sahi kendi olmayalı,kaç zaman...
hatırlamıyordu...
sessizlik dedi,sessizlikler biriktirmek istiyorum,sarılmak sonra bir parça koklamak,tüm anlaşılamamalara tüm hani o göründük yüzlere serpmek taş tutmuş tüm kalpleri sonra sıcacık ısıtmak...
yeniden-yine...
tahmini 20 li yaşların beden ağırlığı vardı üzerimde ama ruhum bir tam yol almıştı sonrasında...
evet büyütülmüştüm...
gülüyor,şakalaşıyor,sonra yeniden gülüyordum kendimle,kahkaha gibi bir şey boğazımdan içeri yakıyordu,sığamıyordum sokaklara dar geliyordu bu iki yakalı şehir...
-oysa!
oysa en çok sevdiğim köşelerinde en güzeller saklı değilmiydi hep...
-peki ya şimdi!
suskunluğumu bile anlayamadığını anladığım o günden sonra göz yaşlarıydı rengim...nasıl anlatabilirsin ki suskunluğu bir insana...
nasıl anlatabilirdim!
kelimesizliğin gerçekliğini nasıl anlatabilirdim...o herşeye rağmen ve bunca şeye rağmen üstelik...ne tuhaf ne anlamsız kelimelerdi ama bana ne çok şey anlatıyorlardı oysa...
bir kahve molası vermek için dikkat etmeksizin girdiğim bir kent cafesinde karşılaştım,başı önde dalgın ve solgun bir hali vardı birazda ürkek...

yorgundu daha çok yılgın,ceketinin yan cebine sokuşturulmuş bir tomar kağıt parçası vardı ,günlerce cebinde dolaştırdığı ve de hırpalandığı apaçık belliydi…gözlerinin beyazı sarıya çalıyordu sol elinde hafif bir titreme,beni görmüş olmanın verdiği heyecanlar değildi söylese de inanmazdım zaten,ne acı insan inanmıyor oluyormuş yaşadıklarınca sonrasında görünen gerçeklere bile,bir fıkra gelirdi bu anlarda hep hatırıma muzip bir gülüş peşinden, kızgın bir çift iç geçirme hak etti o çoban diye ama ne gülebilecek ne de hak etti diyecek isteğim bile yoktu,
hak etmiş olsa bile…
sol yanında duvarda siyah beyaz fotoğraflar vardı sanırım ustalardan bir seçkiydi içlerinden birini tanıdım m.ribound/un bir çalışmasıydı…ve gölgesi vuruyordu adeta masanın üzerindeki yüzüne…

-nasılsın!
-…

bu suskunluğun ardı sandalyeyi sanki davet edilmişçesine cüretkar bir tavırla çekip oturdum…elim yüzümde parmaklarının ardındaki geçmişine bakakaldım,beraberinde geçmişime…ansızlığın bu insanın içini titreten üşümesine kapılmıştım,ne yapacağımı ne söyleyebileceğimi hem biliyor hemde bilmiyordum...tuhaf ama sadece hatırlamak istediklerimi çok büyük bir ustalıkla seçmişti yine kalbim,derin bir nefes aldım, ısrarla benden kaçırmaya çalıştığı bakışlarını aradım,gözlerindeki umursamazlığa o aynılığa o ketumluğa tahammülüm yoktu,
bakışlarıydı,
bakışlarının gölgesiydi dünümüz...

hikaye/ilk parça

...bulutların ansızın kıyıya vurupta, şehri dalgalandırdığı o günlerde korkaktı adımlarım,anlayamıyordum daha bilmiyordum yeni yetme kelimeleri,konuşmaya kelime bulsam bakmaya zamanım kalmaz sanıyordum,

yanılmışım...

şimdi geçmişin karşısına oturdum korkusuzca seyrediyorum,en çok güldüğüm anlar yine en çok güldüğü anlar,hani ince bir çizgide yürüyorken elleri iki yana açık havadan kopup gelen rüzgar tanelerini yakalamamız...bir küfür kıyametti vapurun o en son kıyıdan çekilişi hep,birde dumanına karışmış istanbul akşamları,köprü altından geçişlerin nedensiz tedirginliğine dolanırdı aceleciliğimiz,ellerinde balonlarla havalanan bir sevinçti sanki eski şehrin keşfettiğimiz sokakları sonra...
sonra
hani tandık gibiydik ya seninle hiç konuşmadığımız anlarda dahi bunu bile anlayamıyordum daha,sanıyordum ki konuşmak gerekiyordu...doğru benimkide şimdi gizli pişmanlıklar bulvarı...küçüklüğün bilememezlikleri...geç kalışları,çok erken sarılmaları bir sürü şeyleri işte...
gün hani aydınlanınca perdeleri çekip kenara en önce maviliği yakalama yarışı nerede kaldı,yada hani şu bildik avluların örtüsüne sarılışlarını izleme telaşımız,kaldı mı bir parça kızıllık gün bitiminde, bende yok, bilmiyorum ellerim hep cebimde...


en son okuduğum romanının son 50 sayfasına çeyrek kala durdurmayacağım beni bu defa,korkmuyorum ilk defa bir ustanın ellerinden ,yakalanmadım henüz ama yakaladım yine korkaklıkları ki nerede kaldı dr.nevzatın sözüm ona çıkmazları peki ya nermin! o masum mu hiç hemde,macide bir anda yokluğunu armağan etti ve hiç olmadığı kadar çok seviliyor şimdi kocası tarafından,biricik kocası şimdi o buğulu gözlerin ardında hiç olmadığı kadara,zavallılık kokuyor tek celsede korkaklık,sözüm ona kendinden kaçıyormuşlar ya aslında sadece kendilerini bırakamıyorlarmış,kendilerine aşıklar topluca, gerçekler karşısında,o yüceliği o erdemi gösteremiyorlamış ,yoksa bir yokluğun bu kıymeti ne ola ki ,hey gidi hey dr.nevzat...

filhakika varmı böyle bir kelime yoksada boşver gül geç yine...şimdi günün bu /

10/06/2008

iyi akşamlar blog,kısacası demeden önce yaz bi kenara azymuth ve c.hunter...

rüya


düşler bahçesi kıyısında
sallanıyor iki yeni yetme çoğul
kaldığı yerden iz sürüyor koku
süreksiz sürek terki
kendin kaçıyor senden

topal ağaç gövdelerinde
bir şapka gölgesi
ince keman adımlarında
yapışkan küflü geçmişin
bir tutamlık süzgeci

derin izdüşümlerin rengi
bulanık atlas çırpıntısı
bir bakışımlık özlemin
kulak ardı kalp çarpıntıları

odalar dolusu çerçevelerde
uykunun en güzel sonbahar köşesi
kıyılar var sarı
mandallarla tutulu gökkuşağı
ve
kirpiklerin dumanlı gölgesi

uykuya uyak rüya seslenişi
bakışların açtığı yerde çoğaldı
hayırlara vesile olsun:
aydınlandı gün ,
yeniden/yine
erkenden…

9/12/2008

mola


eylül akşamları var,
gizli gün batımları,
pembeye sarılı uzun çarşı dolanışları
ve ‘selo’nun sohbeti
maviye karşı dizi dizi gecenin soğuğu
uzak ama yakın ülkenin dolu dolu hayalleri
anfitiyatro basamaklarında gizli mi gizli ruhlar ülkesi
başına buyruk tepeleri
tırmanan rengini bir gökyüzü
birde gülümseyen ayın şavkı
merdiveni dayasan çıkamayacağın yükseklikleri
elini uzatsan portakal çiçeği
kayrak taşları var
meydanında elinde çiçekleri
limanında bordalayan düşleri
kıyısı var karşısında akdeniz
kendinden kurtulup sana kavuşan rüzgarı,
kısacası özgürlüğü var
özgürlüğü sunan…

özlediğim topraklara artık kavuşma vakti :)

9/11/2008

gül bakim

kelebek rüzgarları var akşamda dost
renkleri getiren
puslu mavilikleri ters yüz edip
kıyıları yakın eden ,

sonra
serseri adımların köşe başlarında
dumanı tüten izmarit ağaçları
keskin bu kokuyu sırtlamaktan korkan
her nedense kendine hep yabancı

mevsim gereği sonbahar
ama!
baharın sonu değil ya!
nar çiçeği akşamlar var
tanımadık sesler yankısında
bu en güzel eylül yankısında

dediğin gibi dost:bazen susar insan
diğerine

ama
aslında
önce

hep kendine
.
bazen
susmalıda insan
susmalı,
parça
parça
derin sessizlikler ardı
hep gün doğumları
neyse ki keskin sarı

bazen nefes alamaz insan
dalar gider sarhoşluk denizine
boy boy dalgalar
çeşit çeşit maviler
sonra!
bir solukta okyanus
kadar
dolar nefes

bazen
bazen de
durur insan,
dururda bakar dost
aynalarla kaplı bir geçmişte
kırık aynalar düzlemine,

işte böyle dost
dediğin gibi:
konuşmaya kelime bulamaz insan
ve
romanlar hikayeler
faytonlara yüklü masallar
eski devirlerden ak akçeler
pul olur mektup zarflarına
kendine notlarda…
krakerkelebeğine:)

9/06/2008

bu şehir geceleri ayrı bir güzel be blog,ayrı bir büyüleyici,sözsüz kalıyor insan her boğazdan geçişinde,söz duruyor.iki yana uzanmış yatıyor kıyılar, örtüsünü örtünmüş karanlık sessiz,gün kapaklanmış ellerine, keşke hiç uyanmasa huysuz kadın ,o hıza karışmasa, o aynılıklara, o nasılsalara,o acıtmalara, hep böyle büyüleyici hep böyle muazzam görünse...sihri varsa şu ışıkların ,peki büyücüsü kim...kim ola ki!

9/05/2008

sohbet bahane muhabbet şahane

marc ribound büyük usta

abracadabra güzel manzara
8 özlediğim mekan
6:45 okurken güldüğüm
yol boyu istiklal kalabalık insan
teşvikiye h. güzel bi kent cafe
charles llyod güzel cd
yann tiersen kaybettiğim cdim
roman gary okuduğum kitap
mvrdv hakkını veren ofis
ve
ve işte.......


hayatın keyfine günaydın hayat




akbank jazz festivali arası film ekimi işte hayatın keyfi...
şahane isimler var,şahane

9/04/2008

yaklaşık bir 10 dakikadır 88.20 iyi çalıyor,spikeri konuşmadan ,artı cızırdamadan ki bende bu radyoyu bir parça biliyorsam an itibari ile -bize ayrılan sürenin sonuna gelicez ve esen kalıcaz-

paradox'a:)
bir düş günü
bir gülüş yenisi
saçlarında bir parça bulut
kirpiklerinde bir utangaç bakış vardı,
hatırlıyorum da
çıkarmadan paltonun eskisini,
giyindin çarçabuk temiz ellerini.

tepeler vardı ardını döndüğün ormanda
bir de bir mavi ispinoz ötüşü
tek göz bir kutuda,
uzaklara kürek çeken paçaların
siyahı aydınlatırdı her nedense
hep,her defasında.

puslu akşamların yaz güneşini kovalardı
avuçlarına doldurduğun en çok kızıllık,
yaka paça maviler dökülürdü
meşaleler alevi sıcağında,
son dördün dolmadan kendine
çobanyıldızı vururdu düşlerine.

şimdi bugünün içinden açılan pencereler
kırık camların dümenine perde çekmiş
son şarkıya dolanıyor
mendireğin yosunlu ayaklarında.

eylül akşamları var şehirde
tedirgin sokak üstü kaldırımlarında
sarmaşık batışları
ürkek üşümelere sarılı bir çift kanat
ve
birde gülhanenin sarı renkli çınarları,

bakışımsız dün gibi
sonbahar rüzgarları…

9/03/2008

ve işte huzurlarınızda :) beklenen yazı :)orcinal bu orcinal




Bugünden geçmişe bir not

yarın yok ki, sonra olsun…her gün var ,adı ilk gün, adı bugün…hissedilenlerde, yaşanılanlarda saklı daima…şiirler var dizi,dizi satırlar ardında…emeği var sevginin…yolun sonunu bilmeden yürümek var tek bir nefeste nefesin yettiğince…var olduğundan beri dünya gün doğumları, batımları var ufuk çizgisinde hala…önce var işte sadece bugünde…dünü varsa da bugünün…bugününde,bugün güneşi var havası var suyu var tozu toprağı var…dünü unutma demişti şair ama yaşayanın var ise onu sev demişti işte yine aynı şair…

çoğu zaman bir ağaca baktığımda doğanın büyüsüne hayran kalırım, aklım almaz hala çoğu şeyi…göremediğimiz toprak altından, köklerden başlayıp gökyüzüne uzanan kıvrımların incecik dalların ve yeşilin bin bir tonu maviye nasılda özlemle el sallar,muhteşem bir dal parçası öyle bir kıvrımla yol alır ki kendine değil değme sanatçıların soyutlamaları dersin,yerçekimini yer çekmez kıldırır hani sağlam bir gövdenin en büyük başkaldırısı,muhteşem bir leke dersin gökyüzü eskizinde vs…

bir ses duyarsın işte bunları düşünürken tamda usulca,

sessizliği bozmaktan korkan bir ses, huzur yüklü, sevgi yüklü …

"ne düşünüyorsun?" der -aynı haliyle-

hiç "sadece ağaca bakıyorum", dersin -aynı haliyle- ve minik bir gülümseyişle sıkıca sarılırsın ona iki elinle, o’da seni sarar sıkıca, gözlerini kapatırsın o huzur kokusunda…güvendesindir sevdiğinin yanında...hiç bitmesin istersin o an o huzur dağıyla…

justine’nin,clea’nın mektubunu yanıtlamamasının çok haklı bir nedeni var aslında anımsadığım,sonucu sunan bir neden…okumadım ben dörtlüyü justine’dan sonra,halada okumadım…biliyorsun aslında,

okumam doğru olmazdı çünkü……….

neyse

birde şu saatte gözkapaklarının ardındayken sen, oturduğun yerden hiç kımıldamadan yüze dayalı bir el’in desteğiyle, seni sessizce seyretmek saklı aslında özgürce...sana yakın, kendinden uzak…şimdide…şu anda işte...

günlerden kiraz olsun mu yine…

,geçmişten bugüneydi aslında bu not.


''böyle yazıları anamanşette görünce çok seviniyorum ben demişti'' birde sevgili krakercim 'dünde'....
ne denir siz söyleyin bu vatandaşlara,çirkinliklerine!yaşamları kopyalamak bu kadar basitse eğer ruhlarındaki bu çöpleri nasıl temizleyeceklerini bir zahmet düşünmeye başlasınlar...kabul bana bugün eğlence çıktı ama ,zarardalar kendilerine...


ve] o yazıdaki her kelimenin bir anlamı var malesef,imlasının bile,

bir -her gün-/ün bile,

anlatması zor,hissetmek lazım...

flaş flaş flaş arak fail bulundu


semra hanım ve diğer saz heyeti rumuzları...tabi kesinlikle bugün var dünden miras size katılıyorumda yazıyı yazan biri olarak 'bugünden geçmişe bir not' du aslen o not bir bunu anlamamışsınız...

ARAKLAMADA SON NOKTA !!!


adına yazıldığını sandı herhalde arkadaş,sevinmiş midir bilmiyorum ama çok üzüleceği kesin! çok sinirliyim çoooook...

aşağıdaki linke bir bakar mısınız tanıdık mı tanıdık bir yazı buram buram......

http://yankihaber.com/author_article_detail.php?article_id=237

8/29/2008

izleniyorsunuz/ tikkat=

velhasılı


masumiyet müzesi açılamadı henüz ama gün itibariyle çıktı...
almalı ,okumalı...

masumiyet müzesi...adı çarpıcı, düşündürücü, düşündürtücü ,ne acı masumiyet bile geçmişe yazılıyor, bugüne kimse mi inanmıyor,bu yüzyıla,pembe bir amerikan arabası 60 lar kuşağı...anlamadım,herşey hep dün lerde...yazarına sormak isterdim bugüne söyleyecek söz bulabilir misin diye,içinde bulunduğun bu an'a...şimdiki gerçekliğine, yaşanmışlıklarından kopya çekemeden üstelik...zor ,sustum...soran içinde yanıtlayan içinde...yaşam hep sanki dün gibiyken...

:sanılmasını istediklerin...

hiçbir şey göründüğü gibi değil,görünenler yada görünmesini istediklerin kendisi gibi değil...hani uçurtmayı tutan el değilde, uçurtmanın kendisi olma isteği mesela...hani konuşuyorsun ama duyulmuyorsun mesela...hani koparken fırtınalar gülümsüyormuşsun gibi daima,aman bu söylediğim klişe gözüyaşlı palyaço resimleri değil hani kandırıldığın...hani sanmadıkların hep sandıkların/kayıtsızlıkların hep bir kayıt olmuş aslında...hani anlamadıkları hep anladıklarınsa,sonra unuttukların hatırladıklarınsa işte susuyorsun ya daima,sessizliğin bile göründüğü gibi sessiz değil aslında...

göründüğü gibi değil işte bak ,bunca her şeyin içindeki bunca hiçbir şey...
herşey :
.
.
.
yüreğinde fırtınalar kopan dostum için

eksiliş

ince bir sızı ardı
gövdenin yere düşen dalları
ağaçlarından vazgeçmiş diyorlar
koca çınar
ilhan berk,
yakıyormuş isminin hecelerini
sessizliğin kimsesizliğine ait
balta yüklü gölgesi,

yer ormanında sahipsiz
bir iki sincap gölgesi
ve bir şiir evi
tütüyor ayrılığın ayrıksıznefesi
bir şair daha ayrılırken uzamından
dostları var öksüzlüğün sahipleri
babası gibi

doğruluyormuş şimdi
sonsuz dikimli gök ormanında
palamut neşesi
yeni şiir mısralarında.

8/28/2008

...

teşekkür

evet hep açık gidip gelen ağzın içindi;
gökyüzünün o huysuz maviliği içindi;
elma kokan bir türkçeyle konuştuğun içindi;
ölümün sefil, kötü belleği içindi;
her gün pazar kurulan o sokaklar içindi;
saçında uykusu kaçmış çiçekler ıslattığın içindi;
çocuklar okuldan dönüyormuş gibi sesin içindi;
işte bütün ama bütün bunlar için sana teşekkür derim.
güzel ırmak

İlhan BERK

8/21/2008

a/forizma





















hayatın içinde yaşanan şeyin adı: yaşamsa
yaşamı yaşar kılan ne peki!

sordu bir tuhaf soru imge
ardına takıldı uyak
yinede
aynılıktan sakınmak gerek
bağırdı arka koltuk
huysuz bir adam gövdesinde
-duracak- var
yol yakınken -inecek- zaten çok
açıldı demir kapı uğultuları
dinlermiş gibi yapan kulak kemiklerine
insan ihanet eder mi
en çok kendi denklemine
diz boyu perçinlerin
bencillik akrostişleri
bulutları kovalıyor şimdi
kağıt helva dümeni
ve
sırnaşık gönye düzleminde
kalabalık gülüşler ülkesinde
herkes bir diğerini kandırıyor
aynadaki kendisinde
ağlamaklı dizlerin
yalansız dolanları
dökülüyor başından aşağı,
yalan söylemeye hazır diller
bilmesede
önce kendine itirafçı zaten,
izliyorsan elin kolun bağlı
biliyorsun demek filmin sonunu
hayatın içinde yaşamsa
yaşamın yaşarı ne peki!
kollarını koyduğu okyanusun rengini anlayamıyorken daha,
...insan,

neyi nasıl anlatacak ki yaşamın yaşamakta ki tadı:derdini/ hayata_______


arkalar boş ilerleyelim,yaşam

hayat,bi dakka dursana!

8/19/2008

geri dönüşümsüz gün

kitap vitrini cam sarkıtların
temiz köşeleri var hala izlenilen
çapaklanmış ellerin piyano tuşları
soluklanıyor en erken

suya karışmadan az önce
kıyılarının dibinde
bir kıyamet ki
kalbin kadar

bileği burkan kristal geçmişin
ince belli bardak gölgesi
arnavut kaldırım dehlizleri gibi,
sakar düşlerinin çiçekleri
dinleniyor meşe fıçısı rengi

diz altı tekil buluşmalar
dirsek ardı çoğul dolaşmalar
ve masalar
masalarda hep kırmızı gövdeli akşamlar
ve masallar
masallarda
hep
karşılanmalar

uğurlayışlar var birde
siyah beyaz kartpostallardan
beyaz siyah sarılmalara,
bileti önceden alınmış
bir seyirlik masal karşılığında…

bizahiti, öğlen ,yürüyen merdiven iniş istikametindeyken ısrarla çıkış yapan müstesna bir kişilik gördüm,gördüm yani...başardı mı derseniz, azmin elinden evet hiç bir şey kurtulmuyor/muş. netekim...alkışlar...


ketıl/daki suyu elime dökme becerisi göstererek 2 parmağımı yaktım ,canım acıyor biri itfaiyeye haber versin acilinden please...poyrazda artık bir zahmet dursun bugün...küreselleşen dünyada zaten canım genel sıkkın mümkünse şu anda dünyada dursun, bir tur atayım durmuş halinde...dedikten sonra şu insanların pervasız çöp atıklarından büyük bir perva-böyle bir kelime var mı emin değilim- örneği göstererek atık toplayan şu çöp toplayıcı müstesna arkadaşlarım o kadar yüce bir iş yapıyorsunuz ki,o kadar yani tabi anlayana o/da ayrı...velhasılı demem o ki her sabahın köründe ısrarlı bir şekilde bir poğaçayı kesekağıdındayken birde poşete koymayın,koymayın nokta ben poşete koymayın please demekten bıkmadım bunca senede lakin ama,e! pes yani, sizin şu ısrarınızda takdir-e şayan sayın sayınlar...
eliniz poşetten bir zahmet korksun,
e!korksun artık yani...
bugün kü sosyal sorumluluk mesajımdan dolayı kendimi tebrik ediyorum,aferin ben iyi halt ettin.unutmadan pilleride çöpe atmayalım aman ha.

8/18/2008

mavi














patikaların alnından süzülen mavi
mevsim icabı başrolde
yazın gölgesine sığınan akşamlar
ağır aksak şarkı renginde

denizin kıyıya vuran dalgası
kokusunu çekiyor en önce içine
derin solumaların ardı
taş gövdeleri
serin mi,serin

kalabalık adımların altında
eriyorken asfaltın rengi
şehrin keşmekeşliği
kuytu sokakların terinde gizli

düşlerin güneyinde
avlular var begonviller ardı
kirece bulalı ak pak taş sokakların
kayrak üstü kilim oturuşları
birde bir fincan kahve
demezler mi
mangal gibi yürek ateşinde

sonra günbatımları var
anfi basamaklarında sahnelenen
yüzyıllar öncesinden gizli bir ağıt gibi,
şiirlerin en güzel perdesinde
en güzel temsilin şiirinde,

akdenize kıyısı olan pencerelere
gözkırpıyor olmalı meisin kirpikleri
kendinden kopan bir rüzgar tanesinde
bordalayan rengin mavisinde…

8/15/2008

balık-ekmek-caz

bazen hayatımdan çıkardığım bir şey yada şeylerin tam ortasında buluyorum kendimi...nereden çıktınız ki demeye ramak kalmadan hemde kuşatılmış oluyor gibi oluyorum...tuhaf yani...velhasılı demem o ki bu akşam s.köse ve önder focan saat 20 itibari ile yarın akşamda jam session yine saat 20 itibari ile bebek parkında dinlemek isteyen sevenlerini beklerler efendim,balık-ekmek-caz başlığı/ istanbul 2010 avrupa kültür başkenti ağırlığıyla...

öğle durumları/olimpiyat meseleleri-hafta sonu kuşağı

sabahın saat 8 inde gülle değil ama ona benzer şimdi adını anımsayamadığım bir spor etkinliğini izlerken etkinlikten ziyade sporcuların yüz ifadeleri daha ilginçti,incelemeye değer takdire şayan o kadar pes yani...başarısız olduğunu düşünenlerde bir burukluk bir tuhaf üzüntülü haller olsada esas iyi derece elde edenler,ki işi bozan zaten onlar,böyle dereceler elde etmeseler hoş kimse üzülmeyecek herşey güllük gülistanlık seyri sefer eyleyecek ama arkadaşlar sevinç ve mutluluktan da uzak getirin parçalayacağım öldüreceğim modundaydılar dereceler sonrası,bir savaş boyaları eksikti suratlarında birde çalılar etrafta...neyse,neyse ve yine neyse malum insan evladı işte ayağı tökezleyip sanırsam ki hırsın içine kapaklanmış

okuyacak gazete bulamıyorum artık, radikal tuhaflaştı ,tarafa ben tutunamadım-bir kaç isim yinede var ama teselli-,birgün ıııı eskisi gibi değil...dünyanın tüm seslerine tüm titreşimlerine tüm renklerine açığız ama şu gazete okuma konusunda malesef kapalı ve tek yönlüyüz işte...


k iyi ,okuması çok keyifli hoş bir edebiyat dergisi...şiddetle tavsiye olunur...


unutmadan arda arda 4 yüzme yarışını seyrettim, 4ünüde abd kazandı, tebrik eder 4x4 için 40 kere maşallah deriz efem


sonra ,hava çok sıcak hemde feci,eylül bir an önce gel ve gitme ve bitme


öncesinde ,elimdeki bu projenin acilen bitmesi şart,ama haftanın yorgunluğu çıktımı çıkıyor şu anda gelde bunu şefine anlat, tabi,oldu ,şöyle buyurmazsınız


'turgut uyar' bu aralar sebepli sebepsiz, nedensiz nedenli, sende kendimi kendimde seni buluyor gibiyim,kaleminize sağlık efendim...


istiklal kitabevinde yok,megavizyona bakmadım ama muhtemelen yok,mephistoda yok,lalede yok,yok yok kardeşim nedir bu cd lerin hali sözbirliği etmişçesine yok oluyor ve varoluyorlar aynı anda


abracadabra anladığınız değil anlamadığınız anlamda,arnavutköy iskelesinde d.erbayın işlettiği süper keyifli ötesi ,süper keyifli öte manzaraya sahip, süper keyifli huzur verici velhasılı süper mekan yani...


şimdi rilke demiş ki-hayatın her duruma hakkı vardır- her gün insan bu sözü kendine niye söyler ki sahi...demiş iyi demişde ,sustum ,neyse...


ve piyale madra...muhteşem kadın...

8/13/2008

kaldırım mühendisliği etc.

kaldırım mühendisliği kesinlikle bir bilim ve ilim olmalı ,olmalı olmalı ve de olmalıdır,yerel yönetimlerde istihdam edilmeli ihtimamla kollanmalıdır,bir kenti kent yapan en nadide unsurlardır,kaldırım deyip geçmemek lazım...cihangir kaldırımları ,habitat sonrası herhalde bu kentin yaşadığı çin işkencesinin uzatmalarına kaldı ki cadde-i kebir(-haşmetbaamım ya:-) bile bu kadar ızdırap çekmemiştir...geçtik


metro yürüyen merdiven kullanıcısıları sevgili kardeşlerim sağda niye durmuyorsunuz sabitinden,bırakın ya rahat bırakın şu sol'u!...geçtik

hımmm etinin kepekli üzümlü bir bisküvisi çıkmış çay ile güzel gidiyor... geçtik

kondüsyon 0 hemde en kocamanından ,10 dakika sonra dizlerde bir titreme gözlerde bir kararma karına giren bir kramp ayakalrda su baloncukları daha ne kadar dramatize edebilirim diye düşündüm ama sonuç koşamamak işte,oysa eskiden böylemiydi ah ah,hımmm kışın bu duruma bir el atalaım bakalım görünüyor yine koşu bandı yolları... geçtik

fena bir cephe olmayacak gibi duruyor,şimdilik, en azından yada... geçtik

brusier yine bir şeylere kızmış gibi görünüyor...kız ama gitme olar...sus ama kabul dur...bunları söylediğim içinde bana da kızma olar:) yalan yok bi kere korktum valla:) durduk

ay sonu miro' ya ayrılan sürenin sonuna geliniyor sağlıcakla kalın demeden önce bir koşu gidip görmekte fayda var
bu fotoğraftaki şeyin adı kuitti ve bir zamanlar hocam olduğu için kendimi şimdi çok şanslı saydığım hüseyin abiye ait şahane bir çalışma,bir sergide de yer almış, kaynak belirtmek istedim:"Kuitti: The Colours of The Rubbish" başlığı altında Helsinki, Punavuoridesign Galerisi'ndeki FRAGMENTS adlı karma sergide sergilenmiş...meraklısı arkitera/dan hüseyin abinin yazısını da okuyabilir... durduk

boncuk istiklalin benim için anlamlarından biri,müdavimi olduğu sokak aksanatın karşısındaki meşelik sokak,enfes bir şey harikulade bir köpek...muhakkak gözucuyla olsada çıkarken yada inerken bakarım bakarım ona...durduk
tünel house cafe yaz makarnası fena değil gibi...ama gs daki yeni mekanlarında açık söylüyorum yüzlerinede söyleyeceğim gittiğimde servis felaket...yada hep bana felaket...geçtik
döner kebap dönmez olsun...keşke herkes 'arif dino' gibi böylesi güzel 'beddua' etse...durduk
ne varsa asmalı da var,ruhu var en başta.

.] © 2008. Template by Dicas Blogger.

TOPO