10/24/2008

bir an

sabaha uyanık kıyılarda,martı kanatları vardı serili gökyüzüne en erken, kelimelerin açtığı uçurumlara atlarken şiir kanatsız bir parçaydı kirpiklerin ardı, bakmaya an bulsa insan konuşmaya kelime olmazdı, adımların sokak başları hep insan dolusu kaldırım köşeleri, saklı uçurumların açıldığı anda atladı iki oyunbaz hece gözlerinde çocuk sevinciyle, bilinmedik odalarda bilinmedik hikayelerde yitikliğin bekçiliğindeyken kalpler bekliyor yüksek sesli...kırgınlıklarını taşımaktan yorulduğunda ağlıyor ya hani gökyüzü yağmur yağmur damla damla,ağlamaktan bu yüzden sende korkma...
bir an'da oluyor herşey ve hiçbirşey...
bir an'da kuruluyor ve o bir anda da yıkılıyor...
anlayamıyorsa/lar anlamadıklarını da hep sen anlayacaksın ya nasılsa,hisset-e-miyorlarsa da hissediyorsun nasılsa...
en kıymetsizleri senin en kıymetlin ya hani ,çoğaltan yada yok eden sadece -an'lar-herşeyin işte nedeni....taşıyarak,biriktirerek,sırtlanarak, hiç yorulmadan an'larla hep yürümeye devam

10/22/2008

gündüz düşleri















gündüz düşleri sürgün veriyor
turuncu ışık süzgecinde

akıyor sular, ardışık sayılar seçkisine
taş yolları adımlayan kadın
uzanıyor saçlı omurgaya

tırmanıyor zamanı kedi
patileri güvertede

aydınlanıyor gölge
bakmaların penceresinden

dalga savruluyor
ayın gölgesine

ve
zaman akıyor kendine.

10/16/2008

sonbahar yürüyüşleri



gökkuşağı ormanında
sarı yapraklar köprüsü
ellerini açmış iki kök
kahverengi çimenler
ve sonra
yıldızlı düşler
damlalarda yuvalanıyor yağmurlar
eğmeden önce başını mevsim güncesi,

kapasan gözlerini
dört yanı mamur tepeler bu şehir
birkaç erguvan rengi
mavi bir boğaz serinliği
minareler gölgesi doygun
avlular dolusu güvercin serpintileri
ve birde
beşi bir yerde çok sesler
yalnızlığın kalabalık sesleri

şimdi
palamut rüzgarlarında
saçları savruk sokaklar var
bırak ağlasın adımların
boğazın iskeleye vuran yamacından

mendireği dolduran dolunayın renginde
krallığın resmi geçit törenleri
korkma sarsılmaz
gökyüzünün bu
sonbahar yürüyüşleri

sessizliğe sarılı gündoğumları
aralıyor kolları kendine dönük yüzünü
yeter ki geç kalma
öncenden daha sonrana…

:)

''gotan project için bilahare teşekkürler efenim...ilaç gibi geldi :)''
( çok teşekkür özel insan ).

günün toptan fiyatına perakende özeti


günün hava durumu:hımmm pek bi very
günün şikayeti:bu topuk boyuyla 1/3 tamam da elde var daha 2/3 ve bi konser
günün kültür faliyeti:en direk yukarıdaki beyler,böyle durduklarına aldanma yada aldan
günün mide faliyetleri:h.cafe elmalı pay
günün piskuviti: çifte kavrulmuş eti potibör
günün sözü:nazar etme ne olur, çalış seninde olur
günü emiri:hazır ol sonra rahat
günün tasviyesi:tembelliği en direk artık bırak
günün sporu:herkes sussun,sonra konuşsun,sonra tekrar sussun
günün saçmalığı:bu yazı
günün çıkmazı:bu şehirde itina ile çöplük edilmiş güzelim tüm kent çıkmazları
günün adamı:metro alt geçitte saz çalan dertli amca
günün kadını:10 dk.içinde evden çıkmaya hazır olanlar
günün aykırısı:yarın açılışı olan tünel cuba
günün özleneni:erkenden kaş
günün siniri:yürünecek yerde duranlar
günün özü:velhasılı çalışmaya devam

10/14/2008

kimi der ki kadın ;uzun kış gecelerinde,serip bir döşek gibi yatmak içindir. kimi der ki kadın ;yeşil bir harman yerinde,dokuz zilli bir köçek gibi oynatmak içindir.kimi der ki, hamur yoğurur.kimi der ki, çocuk doğurur.her ağızdan bir söz:kimi der ki, ilk göz ağrım.kimi der ki, onunla dolu bağrım.kimi der ki, bunca yıldır yaşıyorum ayalimdir.kimi der ki, boynumda taşıyorum vebalimdir.ne bu,ne şu.ne öyle,ne böyle. ne döşek,ne köçek.ne ayal,ne vebal…o benim;kollarım, bacaklarım, dudaklarım,ve başımdır...yavrum, anam, öz kardeşim, karım, hayat arkadaşımdır.
nail çakırhan

10/13/2008

takdire şayan


kesinlikle günün adamı
16 kiloluk dev sazan balığını
haşlanmış yumurta, pilav, ciğer, mısır ile besliyor, havuzunda öperek büyütüyor/muş.

güzel bir ekim öğleni...

10/11/2008

iyi

iyi reklam : akbank jazz festivali
iyi afiş: filmekimi
iyi yağmur: istanbul
iyi kitap: 'de ki işte'
iyi renk: siyahtan beyaza=beyazdan siyaha
iyi mekan: ara c.
iyi çay: c.çınaraltı kahvesi
iyi bölge :asmalımescit
iyi bina: v.savoye
iyi yemek: makarna
iyi üzüm: cabarne s.
iyi yayınevi: norgunk
iyi yazar: proust
iyi mimar: zumthor
iyi yönetmen: uluçay
iyi müzik: e.s.t
iyi sergi: şair pala
iyi yokuş: galipdede
iyi meydan: tünel
iyi şey: iyilik güzellik:)

.

.

.



.

.

.






















































10/08/2008

sessizce

kıyılar var rengi gece ...

mendireğe sevdalı çakıltaşlarının
yakamoz pırıltısı,
iki yana uzanmış boylu boyunca
göz kırpar ketum
mavinin karşısındaki hece

oku bir şiir, can baba
sallansın yan masa
korkunun ecele faydası yoksa
yaşadıkları önünde
hayatı ardında
dönüyor ya hani dünya,
her nasılsa

neyseki kıyılar var rengi gece
birde yakamoza bulalı insan düşleri,
sessizce,

yeterki sen oku can baba!
kalbinin derinliklerinden yine...

10/07/2008

hikaye/üç parça


...bulutların ansızın kıyıya vurupta, şehri dalgalandırdığı o günlerde korkaktı adımlarım,anlayamıyordum daha bilmiyordum yeni yetme kelimeleri,konuşmaya kelime bulsam bakmaya zamanım kalmaz sanıyordum, yanılmışım... şimdi geçmişin karşısına oturdum korkusuzca seyrediyorum,en çok güldüğüm anlar yine en çok güldüğü anlar,hani ince bir çizgide yürüyorken elleri iki yana açık havadan kopup gelen rüzgar tanelerini yakalamamız...bir küfür kıyametti vapurun o en son kıyıdan çekilişi hep,birde dumanına karışmış istanbul akşamları,köprü altından geçişlerin nedensiz tedirginliğine dolanırdı aceleciliğimiz,ellerinde balonlarla havalanan bir sevinçti sanki eski şehrin keşfettiğimiz sokakları sonra... sonra hani tandık gibiydik ya seninle hiç konuşmadığımız anlarda dahi bunu bile anlayamıyordum daha,sanıyordum ki konuşmak gerekiyordu...doğru benimkide şimdi gizli pişmanlıklar bulvarı...küçüklüğün bilememezlikleri...geç kalışları,çok erken sarılmaları bir sürü şeyleri işte... gün hani aydınlanınca perdeleri çekip kenara en önce maviliği yakalama yarışı nerede kaldı,yada hani şu bildik avluların örtüsüne sarılışlarını izleme telaşımız,kaldı mı bir parça kızıllık gün bitiminde, bende yok, bilmiyorum ellerim hep cebimde...
en son okuduğum romanının son 50 sayfasına çeyrek kala durdurmayacağım beni bu defa,korkmuyorum ilk defa bir ustanın ellerinden ,yakalanmadım henüz ama yakaladım yine korkaklıkları ki nerede kaldı dr.nevzatın sözüm ona çıkmazları peki ya nermin! o masum mu hiç hemde,macide bir anda yokluğunu armağan etti ve hiç olmadığı kadar çok seviliyor şimdi kocası tarafından,biricik kocası şimdi o buğulu gözlerin ardında hiç olmadığı kadara,zavallılık kokuyor tek celsede korkaklık,sözüm ona kendinden kaçıyormuşlar ya aslında sadece kendilerini bırakamıyorlarmış,kendilerine aşıklar topluca, gerçekler karşısında,o yüceliği o erdemi gösteremiyorlamış ,yoksa bir yokluğun bu kıymeti ne ola ki ,hey gidi hey dr.nevzat... filhakika varmı böyle bir kelime yoksada boşver gül geç yine...şimdi günün bu
saatlerinde şakalaşıyor gibiydim tüm geçitlerde ,öncem beni kovalıyor sonramı kenara çekiyor hakırıyordu avaz avaz...susuyordum yitik günler gemisinde bilmediğim bir ıssızlıkta kaybolmuş kürek çeker olmuştum ellerimin kış ayazında...üşüyordum bilmediğim arka sokaklarda içtiğim sarhoşluklar şaraptan değildi,biliyordum artık...
büyümüştüm...
şaşırmamayı anladığım anda açılan uçurumlara atladı güvdemin bir parçası,donuk ketum gözler,bakışımsız adımlarda ayaklarım yalancı gülüşlerin yakasından atlıyordum sabahların sonsuzluğuna...
-yo yo hayır!sonsuzluk artık yok!sonsuz olan şey sonun kendisi.
şehrin ortasında akan bir su kanalı vardı, cılız ve korkak,kışın kar yükli dallarını bekliyor kestanecilerin dumanı tüten sıcaklığını özler gibi gülüyordu,kaç gün geçmişti ki sahi kendi olmayalı,kaç zaman...
hatırlamıyordu...
sessizlik dedi,sessizlikler biriktirmek istiyorum,sarılmak sonra bir parça koklamak,tüm anlaşılamamalara tüm hani o göründük yüzlere serpmek taş tutmuş tüm kalpleri sonra sıcacık ısıtmak...
yeniden-yine...
tahmini 20 li yaşların beden ağırlığı vardı üzerimde ama ruhum bir tam yol almıştı sonrasında...
evet büyütülmüştüm...
gülüyor,şakalaşıyor,sonra yeniden gülüyordum kendimle,kahkaha gibi bir şey boğazımdan içeri yakıyordu,sığamıyordum sokaklara dar geliyordu bu iki yakalı şehir...
-oysa!
oysa en çok sevdiğim köşelerinde en güzeller saklı değilmiydi hep...
-peki ya şimdi!
suskunluğumu bile anlayamadığını anladığım o günden sonra göz yaşlarıydı rengim...nasıl anlatabilirsin ki suskunluğu bir insana...
nasıl anlatabilirdim!
kelimesizliğin gerçekliğini nasıl anlatabilirdim...o herşeye rağmen ve bunca şeye rağmen üstelik...ne tuhaf ne anlamsız kelimelerdi ama bana ne çok şey anlatıyorlardı oysa...
bir kahve molası vermek için dikkat etmeksizin girdiğim bir kent cafesinde karşılaştım,başı önde dalgın ve solgun bir hali vardı birazda ürkek...

yorgundu daha çok yılgın,ceketinin yan cebine sokuşturulmuş bir tomar kağıt parçası vardı ,günlerce cebinde dolaştırdığı ve de hırpalandığı apaçık belliydi…gözlerinin beyazı sarıya çalıyordu sol elinde hafif bir titreme,beni görmüş olmanın verdiği heyecanlar değildi söylese de inanmazdım zaten,ne acı insan inanmıyor oluyormuş yaşadıklarınca sonrasında görünen gerçeklere bile,bir fıkra gelirdi bu anlarda hep hatırıma muzip bir gülüş peşinden, kızgın bir çift iç geçirme hak etti o çoban diye ama ne gülebilecek ne de hak etti diyecek isteğim bile yoktu,
hak etmiş olsa bile…
sol yanında duvarda siyah beyaz fotoğraflar vardı sanırım ustalardan bir seçkiydi içlerinden birini tanıdım m.ribound/un bir çalışmasıydı…ve gölgesi vuruyordu adeta masanın üzerindeki yüzüne…

-nasılsın!
-…

bu suskunluğun ardı sandalyeyi sanki davet edilmişçesine cüretkar bir tavırla çekip oturdum…elim yüzümde parmaklarının ardındaki geçmişine bakakaldım,beraberinde geçmişime…ansızlığın bu insanın içini titreten üşümesine kapılmıştım,ne yapacağımı ne söyleyebileceğimi hem biliyor hemde bilmiyordum...tuhaf ama sadece hatırlamak istediklerimi çok büyük bir ustalıkla seçmişti yine kalbim,derin bir nefes aldım, ısrarla benden kaçırmaya çalıştığı bakışlarını aradım,gözlerindeki umursamazlığa o aynılığa o ketumluğa tahammülüm yoktu,
bakışlarıydı,
bakışlarının gölgesiydi dünümüz...

hikaye/ilk parça

...bulutların ansızın kıyıya vurupta, şehri dalgalandırdığı o günlerde korkaktı adımlarım,anlayamıyordum daha bilmiyordum yeni yetme kelimeleri,konuşmaya kelime bulsam bakmaya zamanım kalmaz sanıyordum,

yanılmışım...

şimdi geçmişin karşısına oturdum korkusuzca seyrediyorum,en çok güldüğüm anlar yine en çok güldüğü anlar,hani ince bir çizgide yürüyorken elleri iki yana açık havadan kopup gelen rüzgar tanelerini yakalamamız...bir küfür kıyametti vapurun o en son kıyıdan çekilişi hep,birde dumanına karışmış istanbul akşamları,köprü altından geçişlerin nedensiz tedirginliğine dolanırdı aceleciliğimiz,ellerinde balonlarla havalanan bir sevinçti sanki eski şehrin keşfettiğimiz sokakları sonra...
sonra
hani tandık gibiydik ya seninle hiç konuşmadığımız anlarda dahi bunu bile anlayamıyordum daha,sanıyordum ki konuşmak gerekiyordu...doğru benimkide şimdi gizli pişmanlıklar bulvarı...küçüklüğün bilememezlikleri...geç kalışları,çok erken sarılmaları bir sürü şeyleri işte...
gün hani aydınlanınca perdeleri çekip kenara en önce maviliği yakalama yarışı nerede kaldı,yada hani şu bildik avluların örtüsüne sarılışlarını izleme telaşımız,kaldı mı bir parça kızıllık gün bitiminde, bende yok, bilmiyorum ellerim hep cebimde...


en son okuduğum romanının son 50 sayfasına çeyrek kala durdurmayacağım beni bu defa,korkmuyorum ilk defa bir ustanın ellerinden ,yakalanmadım henüz ama yakaladım yine korkaklıkları ki nerede kaldı dr.nevzatın sözüm ona çıkmazları peki ya nermin! o masum mu hiç hemde,macide bir anda yokluğunu armağan etti ve hiç olmadığı kadar çok seviliyor şimdi kocası tarafından,biricik kocası şimdi o buğulu gözlerin ardında hiç olmadığı kadara,zavallılık kokuyor tek celsede korkaklık,sözüm ona kendinden kaçıyormuşlar ya aslında sadece kendilerini bırakamıyorlarmış,kendilerine aşıklar topluca, gerçekler karşısında,o yüceliği o erdemi gösteremiyorlamış ,yoksa bir yokluğun bu kıymeti ne ola ki ,hey gidi hey dr.nevzat...

filhakika varmı böyle bir kelime yoksada boşver gül geç yine...şimdi günün bu /

10/06/2008

iyi akşamlar blog,kısacası demeden önce yaz bi kenara azymuth ve c.hunter...

rüya


düşler bahçesi kıyısında
sallanıyor iki yeni yetme çoğul
kaldığı yerden iz sürüyor koku
süreksiz sürek terki
kendin kaçıyor senden

topal ağaç gövdelerinde
bir şapka gölgesi
ince keman adımlarında
yapışkan küflü geçmişin
bir tutamlık süzgeci

derin izdüşümlerin rengi
bulanık atlas çırpıntısı
bir bakışımlık özlemin
kulak ardı kalp çarpıntıları

odalar dolusu çerçevelerde
uykunun en güzel sonbahar köşesi
kıyılar var sarı
mandallarla tutulu gökkuşağı
ve
kirpiklerin dumanlı gölgesi

uykuya uyak rüya seslenişi
bakışların açtığı yerde çoğaldı
hayırlara vesile olsun:
aydınlandı gün ,
yeniden/yine
erkenden…

.] © 2008. Template by Dicas Blogger.

TOPO