11/27/2008
siyah-beyaz tütüyordu
flu bir ateş üstünde kirpiklerin
kadife kokulu günlerin şehri
dallarına yuvalanmış, gövdelerin
.
kıyıları yakın sabahlara
kürek çeken çocuk ellerin
düş salıncağında sallanıyor
ıslak sokak nefeslerinde şimdi
.bossa-nova yankısında
akdenizin latin keskisi
şarabın en güzel rengi
günbatımının özlediğim
o kavruk demi
11/25/2008
mavi/ye
iki parçalı yelken beyazından
özgürlük saçmak var ellerin ufkuna
yanık tenin öğle güneşinde
merdivenler dolar sokak başlarına
elleri cebinde sarının
gözleri var mavi mor tümsekler
yanık tenin öğle güneşinde
merdivenler dolar sokak başlarına
elleri cebinde sarının
gözleri var mavi mor tümsekler
mavi adam için
not
tarihler 25 kasımı gösteriyor ama bu hava başka tarihleri...
erşahin ve coconut bilsede bilmesede birbirine rakip mi şu durumda rakip...
g... ilk harfindeyim geriye kaldı r,i ve p...
teşvikiye house menüsündeki güzel makarna ne güzel şeysin şeysin ve de şeysin...
geçenlerde çok komik insanlar gördüm ,bilmedikleri bir diyara düşmenin şaşkınlığında asmalıyı tavaf eden aziz halkım e ne diyeyim,sustum...
helvaticanın yemekleri güzeldir otursaydınız...
anılarım ve anlar artık sular altında,ah kadersiz ve de kedersiz iskele...
z.hadid ,zaman zaman seviliyorsun zaman zaman da işte ama yinede bu şahane,eline sağlık...
b.mehldau iyi çok iyi...
hapşu,çok yaşa...
abracadabra açık ve net ,servisin muhteşem kötü...
konuşmak istiyorum,sakallarınızı kesmişsiniz dediğimde eyvallah diyip gülümseyerek yarı sevinçle uzaklaşan, asmalının o kadim müdavimiyle...
şahane bir kitap,istanbul sokakları 101 yazardan 100 sokak, pazar'ın en güzel ganimeti...
ve tesadüfler kesinlikle bu hayatı güzelleştiren şeyler
11/21/2008
kağıt kule
elleri iplik iplik martı kolları
uzanıyor bulutların beyazından
rüzgarın sesine,
ay doğruluyor diz çökmüş karanlıkta
kendine saklı güneşin renginde,
dilinde lodos, dalların
sürüklüyor kökün topraklarını
satılık hayatların kesekağıdından
aldanış dolu hecelere
bazı ‘an’lar var hayatta
bazı heceler tek sesli
beyazın beyaz
siyahın siyah olmadığı ülkelerinde insanın
bazen hakikatle gülümser bir bekçi
bazı içi boş an’lara, dolu küfe gibi
hayatın surlarında dolaşırken
bir başına özgür mü özgür,
ısrarla dolanıyor renkli sayfaları
anlamlara buladığın
merdivenlerin eyvanlı geçmişi gibi,
kırık adımların gölgesinde
arnavut kaldırım tümseklerinde
nefes alıyorken dirseğin rengi
dişlerin yamacından atlıyor
rüzgara gem vuramayan yapraklar
aynı şarkının
aynı nakaratında
yıkıldı kuleler asma gölgesinde
akdeniz kıyılarının son dörtlüğünde,
başınalık yazgısı sesliyor boşluk yankısını,
göndere çekilmiş kirpikler gibi
yılları teğet geçen ‘an’ların yüzünde
dalgalar var şimdi yüksek ökçeli
uğulduyor beyaz kollu güvercin adımları,
kanatları kesik yağmurlarda
avlulara boyalı almaşık duvarlar var,
nemrutun gövdesizliğinde…
ikili merdiven rıhtlarını
tırmanıyorken yaşlı kadın saçları,
kadehler dolusu olsa gökyüzü
boşansa avuçlardan
kir,riya, kendini bilmezlik dolu
sözde insan rıhtımlarına
kendini kandırdığı yerde dolaşıyor uzaklıklar
netliği bulanık karelerde
elleri bağlı duruşlar var
dönüyor ardında çok bilmiş mevsimlerin
serpintili çok sesli heceleri.
dile gelse gündüzün kanat yankısı
çırpsa tek hecede kollarını
uçsa tek defada
sığ çalıların yüzünden
köklerin en derinine
uzanıyor bulutların beyazından
rüzgarın sesine,
ay doğruluyor diz çökmüş karanlıkta
kendine saklı güneşin renginde,
dilinde lodos, dalların
sürüklüyor kökün topraklarını
satılık hayatların kesekağıdından
aldanış dolu hecelere
bazı ‘an’lar var hayatta
bazı heceler tek sesli
beyazın beyaz
siyahın siyah olmadığı ülkelerinde insanın
bazen hakikatle gülümser bir bekçi
bazı içi boş an’lara, dolu küfe gibi
hayatın surlarında dolaşırken
bir başına özgür mü özgür,
ısrarla dolanıyor renkli sayfaları
anlamlara buladığın
merdivenlerin eyvanlı geçmişi gibi,
kırık adımların gölgesinde
arnavut kaldırım tümseklerinde
nefes alıyorken dirseğin rengi
dişlerin yamacından atlıyor
rüzgara gem vuramayan yapraklar
aynı şarkının
aynı nakaratında
yıkıldı kuleler asma gölgesinde
akdeniz kıyılarının son dörtlüğünde,
başınalık yazgısı sesliyor boşluk yankısını,
göndere çekilmiş kirpikler gibi
yılları teğet geçen ‘an’ların yüzünde
dalgalar var şimdi yüksek ökçeli
uğulduyor beyaz kollu güvercin adımları,
kanatları kesik yağmurlarda
avlulara boyalı almaşık duvarlar var,
nemrutun gövdesizliğinde…
ikili merdiven rıhtlarını
tırmanıyorken yaşlı kadın saçları,
kadehler dolusu olsa gökyüzü
boşansa avuçlardan
kir,riya, kendini bilmezlik dolu
sözde insan rıhtımlarına
kendini kandırdığı yerde dolaşıyor uzaklıklar
netliği bulanık karelerde
elleri bağlı duruşlar var
dönüyor ardında çok bilmiş mevsimlerin
serpintili çok sesli heceleri.
dile gelse gündüzün kanat yankısı
çırpsa tek hecede kollarını
uçsa tek defada
sığ çalıların yüzünden
köklerin en derinine
neyse ki,
lodos var kolaçan adımlarında,
boydan boya uzanmış kağıt kuleler ülkesinde…
11/19/2008
biliyor musun
biliyor musun
üşüyor akşamları dolaştırdığım yakamozlar
tek kuruşa metelik atılan dizelerde
paslı teneke kutuları birikiyor
birer ikişer,
mazgalların ardına akıyor
adımların çamurlu paçaları
iki renk yeşil doluyor
kül renkli avize ışığına
buğulu çeperlerde,
biliyor musun i,
iplere asılı gecenin önsözünde
sahnelenen o en güzel ritimde
eller olsa vazolar dolusu nefes,
mor perdelerin ışığına
serili gökyüzü pencerelerinden
peygamber böceği esişinde
şiirler var tül gibi yaprak yaprak
biliyor musun in,
daha sıkı sarılıyor akşamlar
dünden önce yarınlara
olmadığı bu toprakların
yeşertemediği kaldırımlarında,
zaman geçiyor şimdi ikili taraçalarda
kapılar açılıyor köprü altlarında
kıvrım kıvrım saçak uçlarından
ikili düşler divanına
biliyor musun ins,
kışa yakın mevsimlerde
uzun geçiyor akşamlar taş geçitlerde
karanlığa karışan ışıklarda
dört yol kavşakları var aldatıcı,
sıcak şarap kokusuna dizili
uzun kıyıların kayalıklarında
üşüyor akşamları dolaştırdığım yakamozlar
tek kuruşa metelik atılan dizelerde
paslı teneke kutuları birikiyor
birer ikişer,
mazgalların ardına akıyor
adımların çamurlu paçaları
iki renk yeşil doluyor
kül renkli avize ışığına
buğulu çeperlerde,
biliyor musun i,
iplere asılı gecenin önsözünde
sahnelenen o en güzel ritimde
eller olsa vazolar dolusu nefes,
mor perdelerin ışığına
serili gökyüzü pencerelerinden
peygamber böceği esişinde
şiirler var tül gibi yaprak yaprak
biliyor musun in,
daha sıkı sarılıyor akşamlar
dünden önce yarınlara
olmadığı bu toprakların
yeşertemediği kaldırımlarında,
zaman geçiyor şimdi ikili taraçalarda
kapılar açılıyor köprü altlarında
kıvrım kıvrım saçak uçlarından
ikili düşler divanına
biliyor musun ins,
kışa yakın mevsimlerde
uzun geçiyor akşamlar taş geçitlerde
karanlığa karışan ışıklarda
dört yol kavşakları var aldatıcı,
sıcak şarap kokusuna dizili
uzun kıyıların kayalıklarında
serili omuzların, sırtından yükseliyor kent
bildik fransız şarkıları gibi,
biliyor musun insa,
bildik fransız şarkıları gibi,
biliyor musun insa,
her sancılandığında yaşam
doğuyor hayat karelerde :
birer ikişer dalga boyu tepeleri
çoklu adımların kalabalık şarkıları
dalları yeşil çınar yürüyüşüne
sarılı kent sokakları
ateş dolusu varil soğuğunda
kesik eldiven uçları,
düş nezaretinde
tuvalin karakaleme sitemi
ve
bir buket
saçların rüzgar hali
biliyor musun insan
doğuyor hayat
her defasında
yaşamın dinmeyen penceresinde,
aklın bilinmedik kıyılarında,
hep en erken
ve
gündüze...
gündüze...
11/09/2008
işte böyle bir sabah
rüzgarın taneleri bu vuran cama
ikindi güneşin kızıllığında
ekili tarlaların
sarı göz çapakları
ve
buğdayların katalan dansı
dört yol kavşaklarında
kavruk şarkıların dumanı tüten sözleri
bir elin esmer yankısında
uzakları gösteren uçak kalkışları
kolları iki yana savruk balık şimdi
yüzgeçlerini takmış çengele
can veriyor her nefesinde
iki yakalı bu şehir
birbirine selam duruyor tepelerinden
yeşilin uzandığı yerde
beyaz yalılar diz çökmüş mor bülbüllere
işte böyle bir sabahta çoğalmıştı gün
çeyrek kala baharın sonuna
tomurcukları açmıştı gülüşlerin
batının/doğunun taş sokaklarında
işte böyle bir gün yürümüştü
sonunu bilmeden akşamına
küfe dolusu kitap kapakları,
kıvrıldı uyku eşiklerinin
düş denizi kirpiklerine,
serpintilerin dalgaları
artalan zaman çanlarında
zerrelerin bakışımlı güllerini
çalıyor rast makamında
işte böyle bir renkte karşılaşmıştı
ağız dolusu gülüş yenisi
patiskalara dolalı çelenklerin
o tek bakışımlı ömürleri
bahçeler vardı içinde
erik ağaçlarında yosunlu salyangozlar
birde karıncalar
işte öyle bir dünde
günün içinde
rüzgargülü mevsiminde
rüzgarın taneleri bu vuran cama
ikindi güneşin kızıllığında
ikindi güneşin kızıllığında
ekili tarlaların
sarı göz çapakları
ve
buğdayların katalan dansı
dört yol kavşaklarında
kavruk şarkıların dumanı tüten sözleri
bir elin esmer yankısında
uzakları gösteren uçak kalkışları
kolları iki yana savruk balık şimdi
yüzgeçlerini takmış çengele
can veriyor her nefesinde
iki yakalı bu şehir
birbirine selam duruyor tepelerinden
yeşilin uzandığı yerde
beyaz yalılar diz çökmüş mor bülbüllere
işte böyle bir sabahta çoğalmıştı gün
çeyrek kala baharın sonuna
tomurcukları açmıştı gülüşlerin
batının/doğunun taş sokaklarında
işte böyle bir gün yürümüştü
sonunu bilmeden akşamına
küfe dolusu kitap kapakları,
kıvrıldı uyku eşiklerinin
düş denizi kirpiklerine,
serpintilerin dalgaları
artalan zaman çanlarında
zerrelerin bakışımlı güllerini
çalıyor rast makamında
işte böyle bir renkte karşılaşmıştı
ağız dolusu gülüş yenisi
patiskalara dolalı çelenklerin
o tek bakışımlı ömürleri
bahçeler vardı içinde
erik ağaçlarında yosunlu salyangozlar
birde karıncalar
işte öyle bir dünde
günün içinde
rüzgargülü mevsiminde
rüzgarın taneleri bu vuran cama
ikindi güneşin kızıllığında
işte böyle bir şiir yarısında
.
.
.
çok çok çok çooook özel bir an'dı az önce tanrım,
'çok özel bir insan'la konuştum,
teşekkür ederim
.
.
.
11/06/2008
gece
uzak kıyılarda
geceye karışan mat sesler,
ve
bir tutam ormanın
mor kuşlu kanat çırpıntısı
bir boşunalık
belki bir boşluk yazgısı
dumanı tüten kelimelerin
bu son dördün neşesi
sokakların açılan yakalarını
tutuyor köstekli saatin zinciri,
bir elin avucunda
bozuk para içine serili düşleri
geceye sarılı ışıkların
aldanışı var kent gözlü
sol yanından uzanan mavilik
sağ yanındaki birkaç çakıl sesi
eriyor gölgeler
birer ikişer
suya yakın köşesinde,
duyuyor saati
duvardaki heceler
uzansa
ah bir uzansan
ellerin nar rengi,
karanlığın örtüsünden önce
ve
erken
bulanık aldanışların laciverti
sesi kızıla çalan adımların
kesilmiş saçları gibi,
kalabalıkları var birde
ismin en güzel halinde
güzün bu son çeyreğinde
uyansın kitap sayfalarının mürekkebi
kapansın geceye uyak resmin üstüne
geceye karışan mat sesler,
ve
bir tutam ormanın
mor kuşlu kanat çırpıntısı
bir boşunalık
belki bir boşluk yazgısı
dumanı tüten kelimelerin
bu son dördün neşesi
sokakların açılan yakalarını
tutuyor köstekli saatin zinciri,
bir elin avucunda
bozuk para içine serili düşleri
geceye sarılı ışıkların
aldanışı var kent gözlü
sol yanından uzanan mavilik
sağ yanındaki birkaç çakıl sesi
eriyor gölgeler
birer ikişer
suya yakın köşesinde,
duyuyor saati
duvardaki heceler
uzansa
ah bir uzansan
ellerin nar rengi,
karanlığın örtüsünden önce
ve
erken
bulanık aldanışların laciverti
sesi kızıla çalan adımların
kesilmiş saçları gibi,
kalabalıkları var birde
ismin en güzel halinde
güzün bu son çeyreğinde
uyansın kitap sayfalarının mürekkebi
kapansın geceye uyak resmin üstüne
.
.
- bu müstesna caddede bir dört yol var her sabah aynı manzara,bir kerede gördüklerim şaşırtsa keşke
- sofyalıda güvenlik müvenlik hak getire, kelepçeleniyor çantalarınız ve çantalarımız sandalyelere
- yeni otto/yu auto... yapmıyormuş,ayaküstü konuştum s.f.. ile, buradaki the marm... cephesi ne olaki dedim peki, biz masumuz dedi
- önce iş san., peşinden koşmaca babyl. biraz yorucu olacak ama değecek
- boncuk kapsama alanını bayağı bir genişletmiş en son cih. caddesinde karşıma çıktı sevimli muhteşem şey
- komşu f. tahıllı çekirdekli poğaçası süper
- ve hala uykum var
- ve iş çok yoğun
11/05/2008
sandalcıyla göz göze gelmeden sonra açık denizlerde olta ucunda çocukluğuyla oynuyor oluyor ya insan sandalcının sırtında en çok bu anlarda samimiyetinden korkma,gülüşe yakın kayalıklarda sevinç doluyor büyük dalgaların koynuna, gözyaşlarında yıkanıyor hayatın anları temizleniyor ,aynalara yakalanan geçmişin izdüşümleri ansızın bir gülüşle yenileniyor çoğalıyor açıyor ya hani kalemin ucunda ve bazen bir gün çoğalıyor yaprak yaprak ömrün penceresinde ellerinin ardında, savruluyor geceden gündüze tüm izlerin,adımlarının püskülleri diz boyu şaşkınlıklardayken kent sokaklarına saklı konuşmaların yankılanıyor tek heceli…hani o gün yürümüştünüz ya, söyleyecek tonlarca şeyin suskunluğunda bilemezliklerinde, şimdi o coşkuya mavilikler sarıyorsun daha bir mavi daha bir özgür,korkmuyorsun hissetmekten işte yine, kasımın bu en güzel seçkisinde ....
.
.
paradoks dedi ki...
ellerimizdi günleri güzelleştiren..
ne güneşin suçu vardı,
ne de dünyanın..
ışığı getirmek için kıvranan geceye yükledik suçları..
ve tüm uğursuzlukları..
bizdik belki ömrü yokuşa süren..
ne günlerin suçu vardı, ne de zamanın..
zamandı zaten, dönüm dönüm sürülen
ve ışığın ellerini getiren bugüne..
bir damla ışık düş/müş yeryüzüne
tam da bugünde işte!
gören göz, hisseden yürek olsun diye..
hayat, kelimelerle doğsun diye..
hayat, anlamlara boğulsun diye..
ılık bir nefes gibi,tutmak için hayatı,
dokunuşlarında her dem..
kayalıklar arasında
yeşermiş bir çiğdem.
bugüne sunulmuş dilek haklarım var mı bilmiyorum ama sabah uyanır uyanmaz ilk dileğimdi bugünden ve gerçekleşti tanrım...teşekkür ederim hemde çok...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)