dalgakıran
mavilikler vardı uçsuz bucaksız dalgakıran akşamlarında, görünmeyen yüzünde kelimeler küçük bir kız çocuğu sevincine dolardı , sanki karşı tepelerin tek kadehlik gündoğumları efelenirdi hep bir külhanbeyi adımlarından yeryüzüne, gözünü kısıp baktığın bulut beyazı ,en çokta, en çokta bu anlarda terkederdi suretini yaşlı gemicinin urgan izlerinde,bir mevsim vardı goncalayan ve çırpınan kürekkemiklerim.
gündüz şakırdıyor gibiydi lahtin mermer gölgesinde, tarih öncesi bir yalnızlık vardı çinili köşkün çehresinde, yıllar sonrasını kovalarken, kaygısız gibiydi hep yeni yetme gençliğim, bir yabancılık vardı sesimde tüm seslere ve ezber şiirlerin herkese yeten o sıkıcı taziyeleri ,sonrasızlıkta ölüyordu her bir parça, düşünceli bir hali vardı sarı ellerinin her daim ve birde gülümserken özenle sakladığı paslı dişleri, tek bir nefeste kurduğu cümlelerini, hiçbir zaman sakınmazdı deli mevsimlerden, telaşsız izlerdi kirpikleri ardı dağılan parçaları, huzurlu mu huzurlu akşamlarındayken elleri. köhne iskemle sırtlarına hep bir şeyler çizmeye çalışırdı tırnaklarının beyazıyla, nefes almak için başını uzattığı o çavlan tarlalarının, tanıdık şarkısına ve itaatkar dizlerinde o yanına gelene kadar aldırmazdı bakışları ama yükselirdi sanki ormanları ve denizleri hep bu anlarda.