-kollarını açmış gecenin kanatlarında yürürken atlamaya korkar oldu uçurtma parmakuçların yamaçlarından, saçların ucunda ıslanmış günün yakamoz kokusuna bulanmıştı ay ışığı, pamuk tarlaları vardı başak renginde, güneşin yere düşen şavkında ıslanıyor gibiydi iki damla...
yürür gibi anlarda durup ardımıza bakıyorduk gölgelerimizin tenhalığında yüzümüzü saran sarı mum ışığıyla...
karşı kıyılar vardı,
uzaklar,
kürek çeken yakınlar bu zamana...
oysa ,oysa kaybolduğumuz kalabalıkların karanlık geçitlerinde karşılıyorduk bir diğerimizi,gürültü,keşmekeş,zihnimizi bulandıran sessizlik yakamozlarında,
ve bir açılımlı pırıltı vardı ellerimizde,açıldığındaysa hep solan ve küskünlükleri beyaz bayraklarla sarmalayan...
tersten okunuyordu kitap sayfaları ve şehir aynı değildi aydınlık köşelerinde, canı sıkkın gibiydi köşedeki bakkalın kaldırım üstü karşılamaları, çatılardan akıyordu bir şeyler dizlerimizin üzerindeki eteklerimize, oradan hooop koşar adım gittiğimiz deniz dolusu maviliklere, boşaltıyorduk gözpınarlarımızdaki kirpikleri tonlarca yüküyle bulutların gönderine...sonra hatırladığımızda en çok incindiğimiz anları takas ediyor, buluyorduk şarabın ebruli rengine, birde gözyaşları vardı kadehin kıyılarında dolaşırken korkmadan cesurca atladığımız...kapıyı ilk açtığımda karşılaştığım ben ile yeniden tanışmanın sevinci hep üzerimdeyken korkuyor ve kaçıyordu sen yangına bulalı ayakların ateşiyle,özleme sevdalı düşler bulvarında ortaçağdan kalma çan sesleri doluydu dört yan, meydanlar vardı sonra her bir köşesinde dumanlar tüten ,en çok korktuğum bu anlardan korkmazlığında büyürdü bir sen gölgesi dev gibi olur sığınırdı suretim ve ben, yalnız ikimiz. kendimi alıp biçare dolaştığım sabahların birinde denk gelmiştim üşümüş yüzünün sol köşesiyle,bir şeyler vardı ipince sızan ve içimi acıtan,ellesem bana bulaşacak karaparçalarının yüküne hazır değilken okyanus dolusu dalgalarını bırakmıştın küçük köşelerime,dizlerimin üzerine çöreklenen güçsüzlüğümde çakıltaşları yuvarlanıyordu artık kalbimin hudutları içinde, çiziyordu yağmurların erken açılan damlaları sokağın rengini ve sızlıyordu park kaçkını bir gececinin omuzları üstündeki gövdesi,
sonra gözler vardı birde mavinin tonundan renk çalan sadakatin gündoğumlarında hatırladığım, en çok dürüstlüğün yakıştığı anlarda kulağın ardındaki fısıltılar dökülürdü küçük harflerin doruklarından buralara, dalgalar daha coşmadan oltanın ucunda vururdu sahile düşler tek göz bir kutuda,
birde gündüzler vardı henüz aydınlanırken topladığım manolya ağacı dallarında-
dedi kadın ,baktı adam.