7/28/2009

ne kalır!

ne kalır!
akşamdan sabaha
ya da dünden yarınlara
uykulu vakitlerin
kirpik aralıkları mı!

ne kalır!
akşamdan sabaha ,
sırtını döndüğün bahar yangınlarında
ilk aldanış çiçekleri
eteklerinde açan gün rengi mi!

bilinmez ki tuzlu deniz yontusunun
tenin üstünde biriken tozlu rafları,
silkelenmedikçe temizlenmeyecekler

ne kalır!
sonraya ait öncelerden
ne kalır!


7/26/2009

'yaşama uğraşı'

Başkalarıyla – hatta karşına çıkan tek insanla – sanki her şey o an başlayacak ve biraz sonra bitecekmiş gibi yaşamalısın. (Yaşama Uğraşı 322)

Kendini öldürmeye karar vermiş bir adamın damarlarından boğazına yönelen bu gizli ve köklü sevinç neden? Ölümle yüz yüze gelindi mi, hâlâ diri oluşumuzun kafaya dank başka bir şey kalmaz geriye (Yaşama Uğraşı 98)

Kimbilir kaç kez o güvenli ve yerinde karara vardık: Ondan 'uzak duracak', ona sanki her şey şimdi başlıyormuş gibi davranacak, bu arada da onun her tutumunu biliyor olmanın getirdiği büyük avantaja sahip olacaktık. Ve kimbilir kaç kez bunu başaramadık? Niçinine bir bakalım. Yalnızlıkla bütünleşip onun karşısında kurban rolünü oynadık. Onun karşısında sakin ve hazır olmalısın; yalnızlığına dalmalısın. Artık kaya ol, dalga değil. '33'nte sandaldaki sağlamlığına yeniden kavuş. Boşalan içsel enerjini tazele. Rıza göster, talep etme. Bekle. Her dürtünün seni nerelere götüreceğini gör. O bildik alçaltıcı durumlara götüren bütün dürtülere egemen ol. Bunu yapamazsan, hiçbir şey yapamazsın. (Yaşama Uğraşı 100)

Gerçeğin mutlak mantığına inanan düşünürler bu konuyu bir kadınla ciddi olarak tartışmamışlardır. (Yaşama Uğraşı 101) Bir insan acı çekiyorsa, başkaları bir sarhoşmuş gibi davranırlar ona: “Hadi, kalk bakalım; yeter bu kadar; hadi işine; öyle değil; ha şöyle...” (Yaşama Uğraşı 103)

Eskiden beri bilinen bir şey, ama yeniden bulduğum için kendi adıma seviniyorum. Ancak bir özveriyi gerektiren sevgiye inan; bunun dışında herşey, çoğu zaman, boş sözlerden başka bir şey değildir. (114)
Acı çekmek (mutsuzluk, yas), düşünceleri belli bölgelerden uzak tutmak, böylece orada egemen olan acılardan kurtulmak için zihinde tel örgü yaratmak gibidir. Bu bakımdan, manevi yetenekleri sınırlar acı çekmek (116)

Fırtınalı bir iç hayatları olup da konuşarak ya da yazarak içlerini dökmek istemeyenler, aslında, fırtınalı iç hayatları olmayan insanlardır.
Yalnız bir insanla arkadaşlık et, herkesten çok konuştuğunu göreceksin. (125)

Elbette acı çekerek insan birçok şey öğrenebilir. Ne yazık ki acı çekmek öğrendiklerimizden yararlanacak gücü bırakmaz bizde; bir şeyi sadece bilmekse, hiçten de az bir şeydir. (130)

İnsan nasıl ölümü düşünmeyebiliyorsa, kadınları da düşünmeden edebilir. (135)

Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum...(142)

Bekârlar evlilerden daha çok ciddiye alırlar evliliği (163)
Kıskançlığa karşı geçici bir çaredir cinsel ahlak. Bir başka erkeğin cinsel gücüyle herhangi bir karşılaştırmayı önleme çabasıdır. Kışkançlık ise böyle bir karşılaştırma yapma zorunda kalma korkusudur. (166)

Bir çeşit insan vardır ki, hayattan bir şey beklememeye alışmıştır; ne yaptığı bir iş, ne de çektiği acı için bir karşılık umar. Ne olursa olsun, hiç kimseden, hatta yardım ettiklerinden bile bir şey beklemez. Dolayısıyla, ancak dilediği zaman başkalarına yardım eder. Tıpkı benim gibi.(179)

Bir başka insanın çocukluğunu öğrenmek, onu yeniden yaşamak istemek, belli bir sevgi belirtisidir. (206)

Aşk iki sevgiliyi birbirlerine değil, kendi kendilerine çırılçıplak gösterme gücüne sahiptir. (212)

Hayatın alaycı yasalarıdan biri de şudur: Sevilen kimse, veren değil, alan insandır. Sevilen kimse sevmez, çünkü seven, verir. Bu da anlaşılmayacak bir şey değildir; çünkü vermek almak kadar kolay unutulmayan bir zevktir; kendisine bir şey verdiğimiz insan bizim için gerekli, yani sevdiğimiz bir insan olur.
Vermek bir tutku, neredeyse bir kusurdur. Kendisine bir şeyler verebileceğimiz bir kimsemizin olması gerekir (234)

Bir kadın evlendiği zaman bir başka erkeğe ait olur; bir başka erkeğe ait olduğu zaman da artık ona söyleyeceğin hiçbir şey yoktur. (239)

Beklemek de bir uğraş. Hiçbir şey beklememek korkunç.(322)

Birtakım şeylerden düzenli ve inançlı olarak vazgeçen insan, hayatını işte bu vazgeçtiği şeyler üstüne kurmuştur. Gözü yalnız bunları görür. (373)

Zaferin tadını çıkarabilmemiz için ölülerin dirilmesi, yaşlıların gençleşmesi, uzaktaki dostlarımızın dönmesi gerekir. Biz bunun düşünü dar bir çevrede, bizim için bütün dünya sayılan bildik yüzler arasında kurmuştuk; şimdi büyüdüğümüze göre, yaptıklarımızın ve söylediklerimizin gene bu yüzlerde yansımasını isteriz. Oysa onlar yaşlanmış, ölmüş, kayıplara karışmışlardır. Bir daha dönmemecesine. Bu durumda umutsuzca çevremize bakar, bizi yalnız bırakan, ama bizi seven, yaptıklarımıza hayranlık duyacak olan bu küçük dünyayı yeniden yaratmaya çalışırız. Ama böyle bir dünya yoktur artık. (378)

Bir kadının aşkından değil; aşk – herhangi bir aşk – bizi olanca çıplaklığımız, mutsuzluğumuz, incinebilirliğimiz, hiçliğimiz içinde gösterdiği için de öldürür kendini insan. (409)

Çivi çiviyi söker. Ama bir çarmıh yapılır dört çividen. (415)
Ama daha korkunç olanı şudur: yaşama sanatı, sevdiklerimize onlarla birlikte olmaktan ne büyük bir zevk duyduğumuzu belli etmemekten başka bir şey değildir; bunu başaramadık mı, bırakıp giderler bizi. (Yaşama Uğraşı )
.
mutlak okumalı

liberte

bir kadın söylüyor
ikili ellerinin yaz renginde
beni var güneş karası
gözleri fırtınanın soğuk nefesi

bir şarkı var
tekil yalnızlığın boyun borcu
kelimeleri ağlamaklı
satırları kırmızı renkli

bir kadın var birde şarkısı
ne kadar söylese o kadar duyulmayacak
ne kadar söylense o kadar hep ağlayacak
ne kadar anlatsa o kadar anlaşılmayacak

bir şiir var tanımadık sokak başında
iki üç hırsız bakışlı yıldız kuşağında
doğuyorken tarih öncesi ensesinde
gitmeler var güneşin en derinine

kor yürekli şiir şimdi orta yaşında
bakıyor elleri küskün
dizlerine dökülen bitmeyen sese
şiirin bitemeyen kelimelerine

bugün var yarın yok gibi hayat

bugün var yarın yok gibi hayat
kanatlarından uçuyorken küskünlükler
kül rengi gecenin koynunda,
gözyaşlarına önce atlamak lazım sanki
ince bir iğne deliğinden usulca

yırtık bir paltonun eskisi gibi kokuyor sahaflar
yalnızlık dolu tozlu rafların ardında
kediler açıyor gürbüz kaldırımlara,
günebakan çiçekleri gibi ak boyunlarından
süzülüyor kent öğlesi, önce geçgin adımlarda

galata köprüsünün sarayburnu kıvrımında
bir hüzün eskisi var şimdi durgun bitevi
her akşam saçların tutamından
masallara dolanıyor nafile bir kadın gölgesi

iki dost yürüyorken geceyi
boylarından yukarı tırmanıyor kuru sarmaşımlar
ne kadar anlatsalar o kadar azalıyor sessizliğin sesi
ne kadar azalsalar o kadar çoğalıyor gürültünün rengi


herşey ve herkes kendi lisanında
konuşuyor içinden tek renkli

tekrar

içses
['özen ve önem' bu kadar mı uzak kıyı gercekten insan ruhunda. 'deger' gercekten kaybedilince mi anlasılıyor. peki önemsediklerime ilk gunku özenle davranmam suç mu! aynılık ve nasılsalarla doluyken 'benlikler' hala anlamadıkları neden hep ellerımın ucunda. susmalı yine ıyısı mı. susmalı. cunku samimi olan her sey uzaklasıyor bu anlarda. susmalı ve ıncınmemelı .öncesi nasılsa sonrasıda aynı nasılsa. kabullenmelı ]

hayat bir tekrar/lar silsilesi mi peki?aynılıklar ve aynılar

7/15/2009

her şey biraz yok aslında



*
uzak kıyıların kulaç atması gibiydi kelimeler, yazdıkça anlamını yitiriyordu içimdeki acı, daha az önce ağlayan ben değil miydim kendimle, neyse ki küçük kız çocuğu hallerinden sıyrılmış bir erişkin gibi gözyaşı dökebiliyordum ya da öyle sanıyordum, görse bu hallerimi sevinirdi belki büyüdüğüm için bir parça , geçmişin o küçük bir an/ı nasılda canlanmıştı ilk gün gibi...ne kadar tehlikeli bir şey bu, bir anı/yı ilk günkü tazeliğinde hissetmek, ne kadar korkutucu...


en çok bu mevsimi seviyordum ama geçsin bitsin istiyordum bu sene,hemen sonbahar gelsin yapraklarından vazgeçemeyen dalların ayrılık serenatlarına şahitlik edeyim istiyorum parmak uçlarında,usulca kahverengiliğini seyredeyim çınarların sonra şaşkın papağanların kaçışmalarını izleyeyim gökyüzü mavisinde...



boğuluyor gibiydim odanın içinde tüm günü evin içinde geçirmiş biri olarak dinlenmiş değil daha çok yorulmuştum hatıraların gölgesinde,bir yandan radyonun cızırtılı sesine bir televizyon kanalı eşlik ediyordu, gürültünün tam ortasındaydım ama içimdeki ses susmuyordu en fenası... tüm çıplaklığıyla canlanmıştı, imkansızdı, olanaksızdı, olmamalıydı...gidişinin üzerinden yıllar geçmişti, hem ben , ben çok değişmiştim, onu ne yeniden sevmek ne de hatırlamak istiyordum, kendi gerçeğim buydu, ama engelleyemediğim bir nehirde akıntıya kapılmış gibiydi benliğim, tutunduğum kara parçaları da benimle sürükleniyordu, korkmuyordum ama gücüm yoktu, yorgundum...anlamlarıma sahip çıkma isteği her şeyin üzerindeydi artık...


gitmek istiyordum neresi olduğunu bilmediğim rüzgarlarda...


bir cümle mırıldandım kendime yine ispat etmek istermişçesine dünü bugünde,

gerçekti her şey, onlar tümüyle gerçekti ve her şey biraz yoktu aslında
*
yüzünün solgunluğunda kafasını kaldırdığı defterden karşısındaki resme daldı,hikayesini düşündü fırça darbelerinin, en çok da renklerin sesini merak etti, müziğini/

7/12/2009

MOR KÜLHANİ


1. Şiirimiz karadır abiler

Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

2. Şiirimiz her işi yapar abiler

Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

Dirim kısa ölüm uzundur cehennemde herhal abiler

3. Şiirimiz gül kurutur abiler

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır manavlarla Karabiga'ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler.

4. Şiirimiz erkek emzirir abiler

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir.

Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

5. Şiirimiz mor külhanidir abiler

Topağacından apartmanlarda odası bulunamaz
Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler

6. Şiirimiz kentten içeridir abiler

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla

Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?
''ece ayhan''
sen çok yaşa

Huysuz değilim!

BİR KAHVE İÇİMİ
Ece Ayhan
İkinci Yeni’nin sivri dilli şairi Ece Ayhan, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi’nde, çektiği onca acıya rağmen kalemi elinden bırakmıyor. Kendisi için yapılan "huysuz şair" yakıştırmasını kabul etmeyen Ece Ayhan, bizde hakkını savunana huysuz dendiği görüşünde.
  • Canınız bunca yanarken şiiri düşünebiliyor musunuz?
    Bakın bir örnek vereyim. Vaktiyle ya herru ya merru diyerek Zürih’ten Türkiye’ye döndükten sonra menenjit oldum. Bir arkadaşla Boğaziçi Köprüsü’nde gidiyoruz. Sultantepe’de balkonda otururken şiir ekseninde düşünürdüm, karşıya geçen motorlardaki balonculardan para alıyorlar mı diye. Tam köprüden geçiyoruz bir yandan kusuyorum menenjit yüzünden, bir yandan da baloncuları soruyorum arkadaşa. Yani dün ve bugün, hastalıkta ve sağlıkta hep şiir düşündüm ben.

  • En son ne zaman şiir yazdınız?
    Bu sabah...

  • Okuyabilir misiniz?
    Hayır... Daha çok müsvedde.

  • Belki bir dize...
    Şu çekmeceyi çekin bakayım bir zahmet... Oradaki büyük kağıt... Evet o... Şöyle yazmışım: "İnsanın sınırı var mı yok mu göreceğiz/ kuyruğu titretmeden önce"

  • Onca hastalık geçirdiniz. Onlara kendi gerçekliklerinin dışında bir metafor olarak bakabildiniz mi?
    Aslında her şey bir metafor. Borges "Belki de bizim hayatımız, ormanda geceleyin avının peşinde sessizce ilerleyen bir kaplanın kafasından geçenlerdir" diyor.

  • Göğsünüze ağır bir kelebek konduğunda, bakışsız bir kedi kara geçerken sokaktan, içinizdeki çekmecelere uzansanız... Nasıldır onlar, dağınık, kırık, kitli?
    İçimde çok kırık dökük çekmece var. Epey kırıldım.

  • Yalnızlık?
    Yalnızlık çekmem, canım hiç sıkılmaz benim. Biraz sivri dilliyimdir. Şairler çok boyun eğmişler, parası pulu, imkanları olan egemenlere. Eğmemeleri gerekirdi aslında. Bazı şeyleri hiç kurcalamamışlar. Ona çok kızıyorum. Böyle böyle birçoğuyla aram giderek açıldı.

  • Biraz da "huysuz" olduğunuz söyleniyor, ne dersiniz?
    Orhan Veli’nin sevgilisi Nahit Hanım "huysuz" derdi bana. Nahit Hanım’ın arkadaşlarını Afet İnan’ı, Ahmet Adnan Saygun’u, Nurullah Ataç’ı eleştirirdim. "Sus huysuz herif" derdi Nahit Hanım. Aslında hiç öyle huysuz biri değilim. Yıllar önce Arif Damar’la oturuyoruz. "Valla ben halim selim bir adamımdır" dedim. Şöyle bir baktı: "Öyle mi?" dedi. Çünkü duydukları başka türlü şeyler. Bir de ben hakkımı savunurum. Bizde hakkını savunan huysuz oluyor.

  • Hastane odasında en çok kimlerin yokluğunu hissediyorsunuz?
    Can Yücel’le Cemal Süreya’nın.

  • Burada olsalardı?
    Valla kafayı çekerlerdi... Can kadar değil ama Cemal de son dönemde kendini içkiye vermişti. Ben de konsomasyon kadınlar gibi içer gibi yaparak katılırdım onlara...

  • Hep merak ettiğim bir şey vardır. Meçhul öğrenci devlet dersinde öldürülmeseydi bu dersten geçebilecek miydi?
    Şimdi oraya kadar gitmeyelim. Birinci elden siyasal bir şey bu.

  • Peki deprem felaketinin ardından, devlet için ne söyleyeceksiniz? Devlet, devlet dersinden geçebildi mi?
    Geçemedi aslında. Geçseydi iyi olurdu tabii...

  • Son soru: Ne zaman eli zambaklı şair olup, bize uzun heceli bir kent vereceksiniz, depreme dayanıklı?
    Bilmiyorum. Karamsarım ama bir gün mutlaka...

  • http://www.milliyet.com.tr/ozel/kitap/990828/ece.html

    28.08.99

    7/02/2009

    22mart

    gece sessizliği çarpıyor aynalara
    son dakikalarını yaşayan gün çırpıntısında


    bulanık sular okyanusu var mendireğe çekili
    kulaç atmaya çekinen yüzgeçlerinden
    açılmış ak pak kirli mi kirli gün seçkisi
    ter damlıyor şimdi dalgaların koynuna
    kör balıkçının ağlarından
    dizleri yakan ateş kovuşunda,
    sesteşi gizli kirpik bakışlarında
    yürüyorsun boylu boyunca
    gecenin omzunda
    katran karası varil sıcağından

    biri ak biri siyah
    biri dün biri bugün
    biri gece biri gündüz
    dünler bulvarı hatırlayışın bu gölgesi
    kendini ele veriyor ilk günkü gibi
    üşüntülerin buğulu nefesi

    korkuyor sol yanındaki kuzguni mevsim
    kendini dolaştırdığın sabahların koynunda,
    kent yalnız bir başınayken
    sen ağır aksak şiir akşamlarında
    yüzünün sarı gölgesi
    kanat çırpmaya yelteniyor

    omzundan havalanan şiir atlasına

    .] © 2008. Template by Dicas Blogger.

    TOPO